Saya no Uta isimli visual novellin ilk kısımlarıdır.
Uyarı: Hikaye "gore" ögeleri ile doludur.
ASDF'%+!%+&GFECW,+R'+'+!^F+V%T'232?
Önümde duran üç yaratık konuşuyorlardı. Öyle harap ve parazitli bir ses ki söylediklerini zorlukla anlayabiliyordum.
G'%+^%H^+%VEFSG+%^SFGF'SDFGB&^+F?
FSDG%^T^H%'+YHSGHY&+YHS?
Söylenenleri dikkatle dinlemeye çalışıyordum. Böylece en azından onların şüpheli bakışlarından kurtulabilirdim.
Sanki benle konuşuyor gibiler. İşin kötüsü benim "arkadaşım gibi" görünüyorlar.
Bunu reddetmek, kabul etmemek isterdim ama--- bunu uzun zaman önce bıraktım.
Her gece bu kabusun sona ermesi dileği ile uyudum. Ama her sabah gene aynı korkunç dünyaya uyanıyordum.
Böyle yaşamaya alışmak zorundayım, onlar gibi davranmalıyım. 3 aydır yaptığım rolü hayatımın sonuna kadar sürdürmeliyim.
ASDF+%^H+^VFSDT+FDSFG'+ASDFADF'+ASDFASWDF
ADFA+^RF'VTH&+YWGSAGF+WTFRWAFW^
Ses tonuna bakılırsa bu Kouji olmalı. Yanındaki de büyük ihtimalle Oumi. O zaman diğer köşedeki de Yoh. Mümkün olduğu kadar onlarla yüz yüze gelmekten kaçınıyorum.
Onların çürümüş suratlarına bakmak midemi bulandırıyor.
GYDB+%&TY^+GSFF+FVSG%+^GSDFGS
Q^GSFBN^%WSFDGWRT+
FG NJRYDH^%TGEW^+%%^YSFD
Herşey tamamen değişti.
Herşey gözüme farklı görünüyor. Bu canlılar benim okuldan arkadaşlarım, onlarla iyi arkadaştık. Hatta her yaz birlikte kaymaya giderdik.
Ama artık bunlar neredeyse unutulmaya yüz tutmuş anılar. Tek dileğim herkesin, bütün canlıların beni unutması ve beni rahat bırakması.
Burası benim 20 yıldan beri oturduğum şehir -doğduğum büyüdüğüm- ve bu çevre de benim yıllardan beri alışık olduğum ortam. Ama ben artık böyle göremiyorum.
Artık dünyayı tanıyamıyorum. Evim diyeceğim hiçbir yerim yok.
'+VSFG+^VFSHRYYU&%I/&(KFH ?
'%+'GREFSHWTYW^%GEFA
Her ne konuşuyorlarsa bu beni ilgilendirmiyor. Sadece sessiz durup dinliyormuş gibi görünmeliyim. Ama birden:
"Hey Fuminori" et yığınından oluşmuş bir kafa kanlı gözleriyle bana döndü, " sen ne düşünüyorsun?"
"...ne hakkında?"
Çaresizce sakin görünmeye çalışıyordum ve normal gibi davranmaya, ama boğuk sesim bu davranışımı ele veriyordu.
"Bu yıl ki kayak gezimizi konuşuyorduk. Sende geliyorsun di mi?"
Bu konuşan Kouji olmalı, yüzü ve ağzı sanki... üç ay önceki gibi.
"Bilmiyorum"
"Başka planların mı var?"
"Öyle değil"
Kouji benim en iyi arkadaşlarımdan biri idi. Doğrusu onların hepsi benim için değerli, herhangi bir arkadaştan fazlası idi.
Kaç gece yalnızlık içinde ağladım, artık geri gelmeyecek arkadaşlarımın yası için.
Artık gözyaşlarım kuruduğu zaman, ara sıra onlarla görüşüp normal gibi davranmaya çalışıyorum. Yoksa beni gene o hastaneye gönderecekler.
Ama bu sefer beni tamamen oraya kilitleyecekler herhalde.
Ne olursa olsun buna izin veremem.
"Yoksa fiziksel aktiviteler seni zorluyor mu halen?"
Artık dayanamıyordum. Onlara bakmaya veya dinleyemeye daha fazla katlanamıyordum.
"Hey nereye gidiyorsun?"
"Bugün check-up için doktora gitmeliyim"
Sahne bir gülümseme ile yaratıklara döndüm. Çürümüş yumurta kokan, iç organları dışarda olan yaratıklara. Cüzdanımdan bir banknot çıkardım. Ne olduğunu seçemiyordum. İçeceğimin ücretini karşılar herhalde.
Parayı masanın üzerine bırakıp arkadan bakmadan gittim.
---Delirmek istemiyorum.
"Hey, niçin bu dönem farklı bir şey yapmıyoruz, paten gibi." Oumi fikrini ortaya attı.
"Paten mi, ama biz her zaman kaymaya giderdik" Yoh bu fikri pek beğenmemişti.
"Haha, sen zaten son zamanda paten yapmıyor muydun"
Tonoh Kouji sevgilisi olarak görevi Oumi'ye destek olmaktı.
Yoh açısından onlar oldukça iyi bir çiftti. Hatta kıskanılacak kadar.
Kouji ve Oumi normal sevgililer gibi birlikte oldukça iyi zaman geçiriyorlardı. Aslında Yoh onları kıskanmıyordu. Sadece kötü şans idi ondaki.
"Hmm...Bende Oumi-chan'ı paten yaparken görmek istiyorum", Yoh içindeki sorunu dışarı vurmamaya çalışıyordu. Onun da "özel kişisi" vardı. Ama korkunç bir trajedi yüzünden onunla vakit geçiremiyordu. Evet gerçekten şansız bir insandı Yoh.
Paten yapılacak yer hakkında konuşuluyordu. Dışardan bakıldığı zaman iki çift vardı masada. Başka bir deyişle Yoh'un erkek arkadaşı da onlarla birlikle oturuyordu.
"Hey, Fuminori. Sen ne düşünüyorsun?"
Belki de Kouji, Yoh'un kalbindeki acıyı hissetti.
"...ne hakkında?"
Yoh'un stresinin kaynağı -Sakisaka Fuminori- Kouji'nin ani sorusuna cevap verememişti.
"Um, tatilde yapacağımız kayak gezisini konuşuyorduk. Sende geliyorsun di mi?"
Kouji oldukça yavaş bir şekilde konuşuyordu. Fuminori son zamanlarda çok değişmişti. Sanki konuşulanları anlamıyordu.
"Bilmiyorum" Fuminori aniden cevap verdi, gözlerini aşağı eğerek. Sessizliğini bozmak için herhangi bir çaba gösteriyor gibi görünmüyordu.
"Başka planların mı var?"
"Öyle değil."
Kouji bile. onun en iyi arkadaşı, onunla önceki gibi iletişim kuramıyordu. Yoh da söyleyecek herhangi birşey bulamıyor gibiydi.
Kazanın izleri... onlardan sadece Fuminori etkilenmiyordu. Dördü birden bu acıyı çekiyordu artık.
Yoksa fiziksel aktiviteler seni zorluyor mu halen?"
"Bugün check-up için doktora gitmeliyim"
Cevabı söylediği gibi Fuminori sandalyesinden kalkmıştı.
"Hey, Fuminori!"
Kouji sesinin fazla çıkmasına engel olamamıştı.
Fuminori bir eli ile yüzünü kapıyordu. Sanki korkunç bir şeyden kendisni korumak ister gibi. Koşar adımlarla kafeteryadan çıktı.
Derin bir sessizlik kapladı masada oturan üç kişiyi.
Masanın üzerinde duran on bin yene bakıyorlardı. (ÇN: 90 TL gibi para oluyor)
Fuminori kahvesine de dokunmamıştı.
"Artık daha fazla dayanamıyorum" Oumi öfkeli bir şekilde konuşuyordu.
"Bence...halen zamana ihtiyacı var. Aileni böyle korkunç bir kazada kaybettiğini düşünebiliyor musun?"
Kouji devam etti "Hastanede daha kötüydü. Bizi gördüğü zaman deliler gibi bağırıyordu. Onu yatağa bağlamak zorunda kaldılar. Bu kadar iyileştiği için çok şanslıyız"
"Ama halen gitmesi gereken çok yol var. Sanki bize insan değiliz gibi bakıyor"
"Yeter, Yoh'un bizi dinlemesi için bir sebep yok"
Kouji'nin ona destek vermesi Yoh'a iyi gelmişti. Aniden aşkını Fuminori'ye itiraf edince şaşırmasını doğal karşılamıştı. Biraz zaman istemişti ama bir hafta sonra...
kazadan sonra sanki herşeyi unutmuş gibiydi. 3 aydan beri de herhangi bir cevap vermedi.
Dr. Tanbo Ryouko için başka hiçbir hasta bu genç adam kadar sorunlu değildi.
"Herhangi bir gelişme var mı, Sakisaka-san?"
"Hayır... zaten herhangi bir sorunum için konuşmaya gelmedim."
Sesi düz ve sertti, sözleri odanın boş köşelerine doğru gidiyordu. Sanki boş bir odada kendi kendine konuşuyordu.
Psikiyatri eğitimi almasa bile bir insan onun dış dünya ile kendisi arasında kalın duvarlar olduğunu anlayabilirdi.
"Herhangi bir uyuşma, görsel veya ses olarak halissünasyon görüyor musun?"
"Hayır."
"Sakisaha-san biliyorsun, en son teknoloji tedavileri kullanıyoruz. Bunlar henüz tam olarak geliştirilmedi, yani ölümcül bazı etkileri olabilir. Bu yüzden seni sürekli gözetim altında tutmalıyız."
"Önceki haftaki MR sonuçları nasıldı?"
Ryouko bir an şaşırdı. Sonra onun tıp ögrencisi olduğunu hatırlamıştı.
"Eğer beynimde bir anormallik olsa MR'da görünürdü di mi. Herhangi bir sorun var mı?"
"...hayır"
"Ben iyiyim, doktor. Zaten dışarda herhangi bir sorun olmadan yaşayabiliyorum."
"Biliyorsun, gözlemlerimize devam etmeliyiz. Bize biraz daha güvenmelisin"
"Pekala. Önceki yerden devam edelim doktor. Prof. Ougai'dan herhangi bir haber var mı?"
"....."
Cevap veremeden, Ryouko gülümseme maskesinin ardına saklanmıştı.
"Prof. Ougai. Onun senin tedavinle nasıl bir alaka var?"
"Bana güven diyorsun, ama şimdi neden sır saklıyorsun?"
Sakisaka sanki bir doktor ile değilde, kuşkulandığı bir suçlu ile konuşuyordu. Kesinlikle diğer hastalara hiç benzemiyordu.
"Hastaneye gelmeyi uzun zaman önce bıraktı. O zamandan beri herhangi bir şekilde ona ulaşamadık." Ryouko konuşmaya devam etti.
"Onla neden bu kadar ilgilisiniz, Sakisaka-san? Onu tanıyor musunuz?"
"Profesörün kayıp olduğunu biliyor musunuz?"
"Hayır"
Ryouko çok çabuk cevap verdiğini anladı. Biraz daha şaşırmış gibi davranması lazımdı.
"Onun bir tane akrabası ile tanıştım, o bana onu bulmamı istedi"
Yalan söylüyordu. Onun herhangi bir akrabası yoktu. Ama nasıl hastane ile hastalık dışında herhangi bir bağlantısı olmayan birisi onu tanıyor olabilirdi?
"Sakisaka-san. Sana bildiğim herşeyi memnuniyetle söylerim. Ama ondan nisan ayından beri haber alamıyoruz"
"Haftaya gene bu saatte gelmeye ne dersin?"
Ancak sözünü tamamladan, Fuminori'nin kapıdan çıkmıştı bile.
Sanki birisi duvarlara domuz organları sıkmıştı. Ama buranın bir hastane koridoru olduğunu biliyorum. Artık bu yeni yaşantıma alışmak zorundayım. Ama tabiki bu kolay değil. Kendimi kolayca bu kadere teslim edemiyorum. Ama durum sadece umutsuzluk değildi. Benim için bile bir umut dalı vardı. Mümkün olduğu kadar bu korkucusu dünyaya bakmamaya çalışıyordum. Eve doğru hızlandım.
Sessiz bir yerde yaşıyordum, bana yalnız yaşamam için çok büyük bir evde. Ailem benim kadar şanslı değildi.
Hastalığımdan dolayı onların cenazesine bile gidememiştim.
Babamın işi batmıştı. Ancak bana ev ile bir süre yetecek kadar para bırakmıştı.
Tabiki üzgündüm... ama belkide bu hastalık ile onlarla birlikte yaşamayamazdım. Ve hayatta olsalardı kesinlikle garip bir kız ile aynı evde yaşamama izin vermezlerdi.
"Hoşgeldin!"
Kapıyı açtığım gibi bu canlı ses beni karşılamıştı. Neyse ki bu bir insanın sesiydi. Bu ses kulağıma gelmesinden itibaren artık günün korkunç sesleri aklımdan silinmeye başlıyordu.
"Geç kaldın, seni merak ettim."
"Hastaneye gitmek zorundaydım."
Kazadan beri bildiğim tek insan -belki de dünyadaki tek insan- bu kız idi. Evet teni çok beyazdı. Saç ve göz rengi çok normal sayılmazdı ama insandı işte.
Ve gülümsemesi... bana yaşam gücü veriyordu.
O benim kurtuluşumdu, mutlu olmam için ona ihtiyacım vardı. O olmadan bu dünyada delirmemenin olanağı yok. Hiç abartmadan söylüyorum Saya beni hayatta tutan tek nedendi.
"Bugün ne yaptın?"
"Oturma odasını boyadım. Şimdi ise yemek yapıyordum"
Bir gün farkettim ki eğer normal renkler benim midemi bulandırıyorsa, tek yapmam gereken onları boyamak. Bu yüzden gidip alabildiğim kadar renk alıp odaları Saya ile boyamaya başladım.
Yatak odasını tamamen boyadıktan sonra kazadan beri ilk defa güzel bir uyku çekebilmiştim.
Oturma odasını boyarken Saya perdeleri ne yapacağını bilememişti. Ben ise duraklamadan onları yırtıp pencereleri boyamıştım.
Artık dış dünyada görmek isteyeceğim birşey yoktu.
"Yemek hazır!"
Yemeği önüme getirmişti. Ne yazıkki ne rengi ne de kokusu etraftaki herhangi birşeyden farklı değildi. Tadını söyleme gereği bile duymuyorum.
"Itakakimasu!"
Yemek yemek, benim için çatalı periyodik olarak ağzıma götürme işlemiydi.
"Yoksa yemeği beğenmedin mi"
Yalan söylemekte pek iyi değildim, en azından Saya'ya karşı.
"Senin bir suçun yok..."
"Yakında değişik birşeyler denerim. En sonunda seveceğim birşeyler yapabileceğim."
Saya gibi normal bir insanla tanıştığıma göre, normal bir yemek olmamasının herhangi bir nedeni yok zaten.
"Sen yemiyor musun?"
"Hayır. Ben... zaten yedim."
Saya ile yaşadığımızdan beri bir kere olsun onun yemek yediğini görmemiştim. Bu beni biraz üzüyordu ama onu zorlamak istemiyordum.
"Bugün hastanede senin babanı sordum."
Ougai Masahiko. Saya'nın babası. Saya bana babasının kaybolmasının arkasındaki olayları bulmamı istemişti.
"Birşey bilmediklerini söylediler. Ama birşey sakladıklarından eminim..."
Saya---
Niçin...
Saya, sevgili Saya--- bu gerçekten istediğin şey mi?
Niçin bu kadar ileri gidiyorsun. Benim gibi birine hem ruhumu hem bedenini veriyorsun?
Bu sadece bir acıma mı?
Peki bu delicesine tutku ve şehvet nerden geliyor.
"Fuminori...Evet...daha fazla"
Vücudu, kıvrımları sanki bir rüya gibiydi. Kendimi acaba bunların hepsi bir rüya mı demekten alamıyordum.
...
"...Fuminori? Ağlıyor musun?"
Birden yanaklarımın ıslak olduğunu farkettim.
"--Niçin Saya? Benimle bu kadar ileri gidiyorsun?"
"..."
"Bilmiyorum ama...Sanki her geçen gün kendimi sana daha fazla teslim ediyorum. Yakında sen olmadan yaşamam mümkün olmayacak."
Kollarımı Saya'nın beline doladım. Vücutlarımız bir daha ayrılmasın diye dua ederek.
"Bana söylermisin...Ne yapmalıyım? Sana nasıl karşılık verebilirim?"
"Benle olmaya devam et sadece."
"Niçin ben..."
"Çünkü sen tamamen yalnızsın... ve ben de yalnızım."
Yoh bugün kararlıydı, onla konuşacaktı.
Beklemek ona sadece acı verecekti bunu anlamıştı. Artık daha fazla bu acıyı sürdürmek istemiyordu.
Tekrar cesaretini göstermeliydi.
Yoh genelde orta sıralarda otururdu hocayı daha iyi duymak için. Fuminori ise ona yakın yerlerde otururdu. Ama bugün Fuminori hiç görünmemişti. Acaba bugün de gelmeyecek miydi.
Birde Fuminori'yi gördü. Sınıfın uzak bir köşesinde oturuyordu. Sınıfta idi ama sanki herşeyden kopmak istiyor gibi bir hali vardı.
Ders bittiği gibi Fuminori kendini dışarı atmıştı. Yoh koşarak ona yetişmeye çalıştı.
"Fuminori"
"...ne var?" yavaşça dönüp konuşmuştu, isteksiz gibi görünmesine rağmen.
Artık yüz yüzeydiler. Yoh kederle Fuminorinin ne kadar kilo verdiğine bakıyordu. Yüzü iyice süzülmüş, elmacık kemikleri ortaya çıkmıştı. Tanığıdı Fuminori'den çok başka birisine benziyordu sanki. Acaba stresten mi yoksa iyi beslenmediğinden mi böyle oldu diye düşündü Yoh. Belki de ikisi birden.
Olduğundan daha da garip görüyordu. Sanki birşey onun omuzlarının üzerindeydi. Hatta onu korkutuyordu sürekli. Gözleri sürekli farklı yerlere odaklanıyordu ama sadece Yoh'un gözlerinden kaçıyorlardı.
"Um, senle birşey konuşmak istiyorum. Vaktin...var mı?"
Dışarısı boş ve sessizdi. Kimse bu soğuk havada dışarda olmak istemiyordu anlaşılan.
"Evet, ne var?"
--Hatırlamıyor musun? Yoh bunu haykırmak istedi birden.
"Sakisaka-san. Son zamanlarda garip davranıyorsun.
Ben...senin hakkında endişeleniyorum."
"Belki de haklısın. Başımdan bir çok şey geçti."Gülümsüyordu, ya da gülümsemeye çalışıyordu.
"Hepsi bu kadar mı?" Fuminori duygusuzca konuşuyordu.
"Başka bir şey daha mı olduğunu düşünüyorsun."Yoh bugün geri adım atmayacaktı.
"Çok acı çekiyorsun. Sanki omuzlarının üzerinde dayanılmaz bir ağırlık var. İnsanlarla yüz yüze gelmekten kaçınıyorsun. Arkadaşlar böyle zamanlar içindir."
"'
^+'Gerçekten ailen'%+ için üzgünüm.
Ama...yalnız '+%değilsin. Tonoh-kun, /^+%Oumi
-chan ve-- ve varım.^+&%+^+%"
"Sana yardımcı olmak istiyoruz, bütün her şeyi kendin taşımak zorunda değilsin. Sana yardımcı olm--"
"Yeter!" Fuminori aniden bağırdı. Yoh sessizliğe gömülmüştü.
Gözlerinde kızgınlık veya herhangi bir sıcak duygu yoktu. Sadece soğuk bir nefret vardı.
"Ah, evet sana cevabını vermemiştim."
--Hatırladı.
Hatırlamıştı, peki neden halen böyle soğuk davranıyordu.
"Sana daha önce hiç o gözle bakmamıştım. Bana duygularını açtığın zaman sana nasıl cevap vereceğimi bilememiştim."
"Sakisaka-san..."
"Ama artık cevap verebilirim. Bunu düşünecek çok zamanım oldu. Tsukaba-san, senden nefret ediyorum. Senin yüzüne bile bakmak istemiyorum."
Ağlamamalıyım. Bunu kendine söylüyordu ama gözyaşları yanaklarından inmeye başlamıştı bile.
"Seninle bir daha görmemeyi dilerdim ama, aynı okulda olduğumumuzdan bu olanaksız. Bu yüzden bende bir daha konuşma en azından. Senden iğreniyorum."
"Nasıl bu kadar..."
Fuminori yüzünde korkunç bir gülümseme belirmişti.
"Biraz sakinleşmelisin. İddiaya varım Oumi ve Kouji'den heveslenmişindir."
Artık daha fazla dayanamıyordu. Yoh koşarak oradan ayrıldı. Arkasına bile bakmadan.
Oumi ve Kouji uzaktan olayları izlemişlerdi. Bütün konuşmaları dikkatle takip ederek.
"Lanet olası..."
"Nesi var bunun..."
Kouji için bile bu davranış affedilemezdi. Ama halen şaşkındı. Onu uzun zamandan beri tanıyordu. Hiç bu kadar acımasız görmemişti onu.
Kaza onu kesinlikle değiştirmişti.
"Kouji, onun böyle gitmesine izin mi vereceksin?"
"Hayır, ama ne yapabilirim ki?"
"Peşinden gidip ona gününü göstereceğim!"
"Peki Yoh bundan mutlu mu olacak"
"Hayır ama en azından ben mutlu olacağım!"
Yoh, Oumi'nin en iyi arkadaşıydı. Olaylar onu kesinlikle çılgına çevirmişti.
"Sen Yoh'un yanına git, ona teselli verecek birisi lazım. Ben ise Fuminori'nin yanına gideceğim." Oumi kafasına koymuştu ne yapacağını.
Kendimi korkunç ve acınacak gibi hissediyordum - ama aynı zamanda tazelenmiştim sanki.
Sonunda çizgiyi çekmiştim. İnsanlardan iğrendiğim sürece nasıl bir ilişkiyi devam ettirebilirdim ki.
Olayları Kouji ve Oumi öğrendiği zaman benim çok değiştiğimi anlayacaklar. Ama artık umrumda değil. Şimdiye kadar onlar bana korku vermişti. Ama bugün ben onlardan birine korku verdim. Bu duygu bir an içimi kapladı. Ama içimde hep bir vicdan azabı vardı.
Yoh'a karşı herhangi bir garezim yoktu. Ona zarar vermekte istemiyordum. Ama bir arada iken Kouji ve Oumi'nin yanında onun sessizce oturması... onun bu durumu beni rahatsız ediyordu.
* * *
Göremiyordum. Aldığım ilaçların bir etkisi olsa gerek. Ancak uyandığım zaman... sanki bu durum benim için daha iyi idi. Benim duyularım.
Duyma...görme...koklama...dokunma. Hepsi birden bana işkence ediyordu sanki.
Yemeğimin tadı, yatağımın bana verdiği his, yanımdaki çiçekler hepsi birden bana başka bir dünyada olduğumu hissettiriyordu.
Doktorların sesini anlayamadığım zaman, kendiği öldürmeye karar verdim. Bu yeni dünyaya uyum sağlamayamazdım.
En azından Saya ile tanışana kadar.
Rüyalarımdaki kabuslar ile gerçek hayattaki kabus yer değiştirirken odama girdiğini farketmedim.
Bir yüz bana bakıyordu. Ama çürümüş, kurtlar içinde, et yığını bir yüz değil. Bir insan yüzü...
"Ah--"
Kız böyle bir tepki beklemiyordu.
"Benden korktun mu?"
Saate baktım gece yarısı 3'tü. Herhangi bir insan olsa bu kızın bir hayalet olduğunu düşünürdü.
Ama benim için hayalet olması önemli değil. Tanrı tarafından gönderilmiş bir hediyeydi bana göre.
"Sende kimsin? Burada ne yapıyorsun?"
"Ben Saya. Babamı arıyorum."
Hemşirelerin birisinin kızı olduğunu düşündüm. Garipti ama olanaksız değildi bu durum.
"Eğer korkmuyorsan bu hiçte eğlenceli değil.", kız sakince söylemişti şikayet eder gibi.
"Dur", kız kapıya doğru yönelmişti, umutsuzca bağırdım.
"Evet?"
"Bir kıza bunu sormam garip ama...elini tutabilir miyim"
Saya ilk başta şaşırdı ama sonra gülümsedi. Gülümsemesi güneş gibiydi.
"Garipsin. Kimse benden böyle birşey istememişti."Elini tuttum. Yumuşaktı. Bir insanın sıcaklığını hissediyordum. O gerçekten buradaydı.
"Neredeyse bir aydan beri ilk defa birisine dokunuyorum...ve insan gibi hissediyorum"
"...?"
"Başka kimseye dokunamam. Bir kaza geçirdim ve ondan sonra... kimseyi insan gibi göremiyorum"
"Hmm, ne kadar ilginç", bir sürelik sessizlikten sonra konuşmaya devam etti.
"Yarın akşam da gelebilir miyim"
"Evet tabiki! Ama bu senin için sorun olmaz mı?"
"Tabi. Geceler bana ait."
Ondan sonra gece buluşmalarımız başladı. Hemşirelerin vardiya değişimleri vakitlerinde geliyordu böylece kimse onu görmüyordu.
Söylediğine göre babası bu hastanede çalışıyormuş. Ama babası bir süre sonra eve gelmemeye başlamış. Canı sıkılınca hastaneye gelmeye başlamış.
"Peki neden buradasın?"
"Burası daha eğlenceli. Hem o kadar büyük ki asla yakalanmam."
"Okulun yok mu?"
"Hayır. Babam bana gereken herşeyi öğretiyor."
Garip bir kızdı. Masum bir çocuk gibi konuşuyor ve görünüyordu. Ama kendi başına iken gizlenmeyi ve beslenmeyi becerebiliyordu. Pek aklı selim gibi görünmüyordu ama akıllı olduğu kesindi.
"Hasta listesinden ruhsal sorunları olanları buluyorum, sonra onları korkutuyorum", gülümseyerek devam etti.
"Akıl hastası olduklarından kimse onlara inanmıyor."
"Bu yüzden mi benim odama gelmiştin?"
"Evet. Üzgünüm kızdın mı?"
"Artık bunu yapmamalısın. Onun yerine benimle konuşmaya ne dersin"
Saya ile durumumu oldukça düzeltmiştim. Hastalığım gene aynı idi ama en azından bunla biraz olsun baş edebiliyordum.
Son gece cesaretimi topladım ve ona sordum.
"Hep hastanede mi kalacaksın?"
"Evet, çünkü gidecek başka yerim yok."
"Benim evimde... kalmaya ne dersin?"
"Eh?"
"Benim ailem öldü, bu yüzden birçok boş oda var.
Gizlenmek zorunda değilsin ve kötü bir yaşamında--"
"Seninle yaşamamı mı istiyorsun?"
Ne düşündüğünü sormaya cesaretim yoktu bu yüzden ona teklif yaptım.
"Bende senin babanı bulmak için elimden geleni yapacağım!"
"Ama bu hiçte kolay değil..."
Kendime engel olamayarak gerçeği söyledim.
"--Senden ayrılmak itemiyorum"
İlk başta şaşırdı ama bir süre düşündükten sonra...
"...düşünmem için bana biraz süre ver.", bunu söyledikten sonra normalde daha erken odadan ayrıldı.
Artık hastaneden taburcu oluyordum. Kouji, Yoh ve Oumi denilen üç yaratık beni almak için gelmişti. Eski arkadaşlarımı böyle görmek beni korkunç duygulara itiyordu. Gözyaşlarım akıyordu ama onlar herhalde sevinç gözyaşları zannetmişlerdir.
Kouji'nin arabasına binerken etrafa baktım ama Saya'dan herhangi bir iz yoktu.
Kouji ve diğerleri beni evin önüne bırakınca evime baktım. Burası benim hayatımın geçtiği evdi ama artık-- herşey nasıl acımasızca değişmişti.
"...benim artık bir evim yok" kendime acıyarak gülüyordum.
İkinci kata çıkınca, odada birisi olduğunu farkettim.
Saya terkedilmiş bir kedi gibi orada duruyordu. Zayıf bir sesle,
"Burada...kalabilir miyim?"
* * *
Sakisaka'nın evinin önüne gelince Oumi derin bir nefes aldı.
Halen siniri geçmemişti ama... ne söyleyeceğini de bilmiyordu.
Bir süre dış kapıdaki düğmeye basıp bekledi. O sürede etrafına baktı. Bahçedeki çimler aşırı büyümüş, yerler de ölü yapraklarla kaplıydı. Sanki ev ve bahçe terkedilmişti. Bütün camlar birşey ile kaplanmış içerisi görünmüyordu. İçerden bir koku geliyordu. Çürümüş bir et miydi?
Bir süre daha bekledikten sonra sinirle düğmenin kapağını çıkardı. Tam beklediği gibi kablosu sökülmüştü. Belki de Fuminori gazete çocuklar veya pazarlamacılar tarafından rahatsız edilmek istemiyordu. Sinirle dış kapıyı iterek bahçeye girdi.
Oumi kafasında bir plan yaptı. Eğer kapı açıksa direk içeri girecekti. Eğer kilitli ise, tek yapacağı...
Ama garip bir şekilde kapı hemen açılmıştı.
Bir zil sesi içeri birinin geldiğini haber veriyordu. Hemen kapının üzerine asılmıştı.
...Eh? Bu da ne?
Belki de Fuminori habersiz birisinin gelmesini istemiyordu.
"^^+/&+%Hoşgeldin!^+&"
Oumi duyduğu sese inanamıyordu. İlerde koridorun sonundan geliyordu. İnsan olmadığı belli idi, ama bir hayvan sesi olması içinde çok kompleks bir sesti.
"Orda birisi mi var?"
Herhangi bir cevap yoktu. Bunun yerine bir sürtünme sesi duyuyordu. Sanki kaygan birşeyler evin içinde dolaşıyordu.
"...?"
Oumi heyecanla etrafına baktı. Fuminori'nin ayakkabıları yoktu demekki dışarıdaydı.
Öyle ise ev boş olmalıydı.
Peki--- bu ses ne oluyordu.
Siniri tamamen kaybolmuştu. Kapıyı açık bırakarak içeri girdi. Koridorda ilerlemeye başladı.
Çok dikkatli bir şekilde ilerliyordu. Oumi neden böyle hırsız gibi ilerlediğini bilmiyordu ama içinden bir ses ona mümkün olduğunca az ses yap diyordu.
Koku gittikçe ağırlaşıyordu. Acaba mutfakta balık mı unutulmuştu. Mutfağa doğru ilerledi.
Ocağın üstünde kaynayan su. Yarısı doğranmış havuç, yanında bir bıçak. Herşey normal bir mutfak görüntüsündeydi.
Ama korkunç bir sorun da vardı. Kim burada yemek yapıyordu? Ve nereye gitti?
"Kimse var mı?" Oumi seslendi, ama anında bundan pişman olmuştu.
Sesi yankılanırken bu sessiz evde, kendini aptal ve savunmasız hissetti.
Birden bacağına birşey dolandığını hissetti. Sümüksü kaygan birşey dokunuyordu bacağına.
Bu sümüksü şey ıslaktı aynı zamanda ve yosun gibi kokuyordu. Kokunun kaynağının bu olduğunu anlamıştı.
Oumi umarım çorabımı giymişimdir diye düşündü.
Oturma odasına doğru ilerledi. Herhangi birşey görmek için çok karanlıktı. Eliyle duvarda anahtarı aradı ışıkları yakmak için.
Renkler. Bir sürü renk.
Duvarlar, tavan, pencere...Her yer boyanmıştı. Sanki bir ressam bütün sinirini, deliliğini bu odaya boşaltmıştı.
Birden gene birşey ayağına takıldı. Ama bu sefer...
Boynu.
Elini hemen boynuna götürdü. Salya gibi birşey vardı. Birşey tavandan üstüne damlamıştı.
Belki de hayatının en büyük yanlışını yapmıştı Oumi, yukarı baktı.
Oldukça geç kalmıştım. Eminim Saya endişelenmiştir. Umarım sinirlenmemiştir. Bahçeye girdikten sonra kapının sonuna kadar açık olduğunu farkettim. Oturma odasının ışığı yanıyordu. İçimi kötü bir his kaplamıştı.
Bu Saya mıydı? Ona seslenmeyi düşündüm ama bunun yerine sessizce içeri girdim.
Bir gariplik vardı. Güzel olmayan birşeyler. Birşey kokuyordu, bir şekilde Saya'nın saçını hatırlatan bir koku.
"Saya?"
"Ah?"
Saya heyecanla bana döndü. Bir çocuk gibi panik içinde hareket ediyordu.
"Ne yiyorsun?"
"Bu şey--"
Benimle hiç birşey yemediğini hatırladım. Sanki... yemekten zevk alıyor gibiydi.
"Bende alabilir miyim?"
Bu meyve jölesi gibi olan şeyi ağzıma attım, Saya'nın durmamı işaret eden hareketlerine rağmen.
Garip bir yapısı vardı.
Yumuşak ve esnek idi. Yedikçe ağzıma suyu geliyordu. Daha önce hiç böyle birşey tatmamıştım.
"Bunu nasıl hazırladın?"
"Zor değil... Sadece bazı parçaları çıkardım ve sonra daha kolay yenilsin diye biraz erittim.", Saya utanarak bunları söylüyordu.
"İyi misin? Bu aslında--"
"Evet, bunu yiyebilirim. Aslında çok güzel."
"Gerçekten mi?"
Saya ilk başta baya şaşırmıştı ama oldukça mutluydu şimdi.
"Sen her zaman bundan mı yiyorsun, Saya?"
"Evet, ama bu oldukça büyük olduğundan yemem daha uzun sürecek."
"Üzgünüm ama en iyi yerlerini yemiştim"
"Önemli değil. Artık bundan sonra beraber yemek yiyebileceğiz."