Kyokugen Dasshutsu 9-Jikan 9-Nin 9 no Tobira



Bu seferki visual novelimiz aslında bir nintendo DS oyunu. Ancak tam verimlilikle çalışan emülatorler olduğu için herhangi bir sıkıntı olmadan bilgisayarda oynayabiliyoruz. İsmi oldukça uzun olduğu için genelde kullanıldığı ismi olan 999 olarak hitap edeceğiz artık.
Not: Bunu oynayalı 1 sene civarında oldu, detaylarda yanlışlıklar olabilir bu kısımları bana söyleyebilirsiniz.

Visual novelin ismi, konusu hakkında oldukça fazla bilgi veriyor : "The absolute limit of escape - 9 Hours, 9 Persons, 9 Doors". Ana karakterimiz bir gün kendini bir odada buluyor. Oda kelimesini kullandık ancak hemen anlıyoruz ki aslında bir geminin içinde, bir kamaradayız. Buraya nasıl geldiğimiz hakkında bir bilgimiz yok (burası çok klişe geliyor ama bazı hikayeleri başlatmak için böyle kullanılması artık gelenek gibi birşey oldu. Her ne kadar  klişe olsa da hem hikayedeki karakter hem de okuyucunun hikayenin geçtiği evren hakkında aynı bilgi seviyesinde olmasını sağlıyor böylece). Bu sırada kolumuzda saat benzeri birşey olduğunu görüyoruz, üzerinde bir rakam bulunan bir bileklik (kaç idi unuttum şimdi). Odadan bir şekilde çıkmamız gerektiğini anlıyoruz ne de olsa bir yerde kapalı kalmak çok iyi birşey olmasa gerek. Türlü numaralar ile çıktıktan sonra gemiyi araştırmaya çıkıyoruz. Gemi terkedilmiş görünüyor ancak bazı sesler duyuyoruz. Bir süre sonra bizim gibi başka insanlarda görüyoruz. İlk 9 sayısını ise burada görüyoruz, gemideki toplam kişi sayısı 9. Herkesde ise ana karakterimizdeki gibi üzerinde farklı rakamlar olan bir saat var. Gemiyi biraz araştırınca ise hemen hemen bütün kapıların kilitli olduğunu görüyoruz sadece 3 kapı hariç. Bu kapıların her birinin üzerinde kırmızı boya ile bir numara yazılmış. Yanında da bir sensör benzeri birşey görüyoruz. Bir süre sonra geminin hoparlorlerinden bir ses duyuyoruz ve oyunun kurallarını öğreniyoruz:
"Gemi 9 saat sonra batacak. Yani buradan çıkabilmeniz için 9 saatiniz var. Bunun için 9 numaralı kapıdan geçmelisiniz. Ancak bir kapıdan geçebilmek için sensorlerden geçirilen sayıların digital root unun kapının üzerindeki sayıya eşit olması gerekli."


Hikayenin yazarı Ever17'nin de hikayesini yazmış. Zaten hikayede büyük benzerlikler görmek mümkün. Ancak o kadar önemli bir sorun olmuyor, en azından ben çok yadırgamamıştım.

Digital root dediğimiz mevzu şu oluyor: Birden çok sayıyı toplarken tek basamak kalıncaya kadar rakamlarını toplamaya devam ediyoruz. Mesela 3 kişi olsun numaraları da 6,7 ve 9. Bu sayıların toplamı 22 oluyor. 22 sayısının basamakları toplamı da 4. Yani bu 3 kişi numarası 4 olan kapıdan geçebiliyor. Sistemin kendini koruma yöntemleri var mesela sensörsen geçirdikten sonra o kapıdan geçmek zorundayız yoksa bileklikteki bomba patlıyor. İkinci olarak ise kapıdan geçtikten sonra geri dönülemiyor kapıyı geçtikten sonra tekrar bir sensörden geçirilmek zorunda yoksa yine patlıyor. Kısaca digital root u kapı ile aynı olan kişilerin hepsi kapının diğer tarafına geçip orda kalmak zorunda.

Bu sistemin asıl amacı ne oluyor derseniz, her kapıda bir seçim yapmak zorunda kalınıyor. Çünkü belli kapılardan belli kişiler (daha doğrusu sayılar) geçebiliyor. Bu da sürekli grupta bölümlere veya tartışmalara neden oluyor.

Konunun genel olarak ilerleyisine bakacak olursak gemiden çıkmaya çalışırken aynı zamanda bir katil ile de uğraşıyoruz. Katil nerden çıktı derseniz daha ilk toplanma yerinindeki kapının arkasında bir ceset görüyoruz (yeni ölmüş). Bu yüzden sürekli bir şüphe var aralarından birinin katil olup olmadığıyla ilgili. Tabi grup elemanlarının birbirine güvenmemesi için başka bir sebep daha var o da bu bileklikler. Gemiden çıkmak için 9 sayısını elde etmeleri lazım yani bu bilekliklerin hayatı önemi var. Bu yüzden birisini öldürüp bilekliğini almak çok garip bir durum olmasa gerek(en azından o kadar film falan izledik normal gelir artık).
999'un garip bir espri anlayışı var. Yani bu tarz hikayelerde espriler genelde bayat olur ancak bu sefer benim oldukça hoşuma gitti. Mesela bir yerde bir musluğu incelerken suyu açıyoruz ve su akmaya başlıyor. Bu sırada ana karakterimiz su akmaya başladı deyince diğer karakter THANK YOU CAPTAIN OBVIOUS demişti.


Gameplay konusu bildiğimiz visual novellardan biraz daha farklı. Gene konuşma ve action seçenekleri var, bunların üstüne birde bulmaca çözme kısımları var. İlk mahsur kaldığımız odayı hatırlayalım. Burdan çıkmak için odanın etrafına bakıyoruz çeşitli şeyleri birleştiriyoruz sonra bir kart elde ediyoruz falan. Yani adventure oyunlarındaki gibi bulmacalar var. Ancak bunlar oldukça basit hatta bazıları çocuk oyuncağı denebilir. Nintendo oyunu olmasının bir güzelliği ise nintendonun iki ekranı olması bu sayede ilginç şeyler yapılmış. Mesela karakterimizin konuştukları üst ekranda düşündükleri ise alt ekranda gösteriliyor.

Vn de herhangi bir seslendirme veya ses efekti yok sonuçta bu bir ds oyunu. Grafik anlamda da çok birşey beklemeyin ancak göze batmıyor en azından görüntü olarak.


Diğer incelemelerden farklı olarak bu sefer hikayenin derinlikleriyle ilgili şeyleri anlatacağım. Çünkü çoğu kişi aman nintendo oyunu hikayesi ne kadar ilginç olabilir ki diye düşünür sanırım ancak hikayede derin felsefi kısımlar var. Bundan sonrası spoiler free direkt hikayede olacakları yazmayacağım ama işlenen konular hakkında kısaca değinmeye çalışacağım. Burda yazacaklarım hikayede anlatılanlar herhangi bir kişisel görüşüm bulunmuyor.
Ever17 ve Remember11 de benlik ile ilgili sorular soruluyordu (what i am ve who i am). 999 ise bu kadar net şekilde olmasa bile benlik ile ilgili farklı görüşler dile getiriliyor(farklı dedigim hikayedeki degisik karakterler farklı görüşleri var ). Felsefedeki bilinen olgulara deniliyor mesela Ship of Theseus (veya Locke's Sock). Burda ifade edilen şu: Bir yerde bir gemi olduğunu düşünelim. Bu geminin eskiyen parçaları ise zamanla değiştiriliyor. Peki bir zaman sonra bütün parçaları değiştirilince o gemi yine en başkası gemi mi olacak (çorap versiyonu ise bir çoraba sürekli yama yapılırsa ve ilk çoraptan hiç iplik yapılmayınca bu çorap gene ilk baştaki çorabımız mı). İnsan vücudu versiyonunu düşünürsek her ay derimizdeki bütün hücreler degisiyor aslında sürekli farklı bir "kişiyi" görüyoruz. Ever17 de Tsugumi'nin dediğini hatırlayalım :"Eğer bir saç telimi koparsam bu gene ben olur mu. Peki ya kolumu kessem. Bu koluma bu sensin der miydin. Peki ne kadarlık bir kısmımdan sonra bu sensin diyebilirsin. Ben dedigin aslında bir konseptir." Başka bir kısımda ise bir yerde kablosuz bir monitörden işlem yapıyoruz. "Şimdi bu bilgisayarın sadece monitörünü görüyorsun. Ama yaşadığımız çağı bildiğin için bu monitörün aslında kablosuz çalıştığı ayrı bir yerde kasasının bulunduğunu biliyorsun. Peki ya bir mağara adamı burda olsaydı ne olurdu. Monitörün sağına soluna bakardı ve başka birşey göremezdi. Mönitörün kablosunu keserdi ve herşeyin gittiğini görürdü. O zaman herşeyin bu monitörde olup bittiğini iddia etmez miydi. Peki ya insan beynide bu şekilde işliyorsa. Beyindeki çeşitli damarları kesince diğer şeylerin kapandığını görünce aslında herşeyin beyinde olduğunu kabul ediyorsak". (Bu kısım psikolojideki ortak bilinç teorisine gönderme olabilir). Başka bir konu ise morphic resonance denilen olgu. Bu da ortak alan ile alakalı bir konu bu konuda epey bir yazı var internette http://www.xxanadu.org/morfik.htm (tıklayanlar aşagı doğru şöyle bir scroll yapıp kapatmıştır herhalde bende öyle yaptım çünkü, sonradan bazı kısımlarını okumuştum) adresinde falan ilginç şeyler var.
Devamı »

Umineko no Naku Koro ni ep 1-2



- http://vndb.org/v24
- Öncelikle ben umineko uzmanı değilim. Şimdiye kadarki oyunlardan 2 tanesini bitirdim. Zaten burda Umineko'nun tamamı hakkında değil ilk iki bölümü hakkındaki düşüncelerimi yazacağım.
- Umineko her yılın ağustos ve aralık aylarında çıkıyor sanırım en az şimdiye kadar çıkmış olan 7 oyun buna uymuş.
- vndb linkini verdim ama yine de nasıl birşey diyorsanız en temel olarak bir ada üzerinde malikane var tayfun yüzünden dış dünya ile iletişimi kesilmiş bir gecede meydana gelen tuhaf olayları görüyoruz(tuhaf olay dediğim de cinayet işte, ben vn okurken hiç hikayeye falan bakmıyorum o yüzden ilk cinayetlerde şaşırmıştım da direk yazmayayım dedim.)
- Yılın belli dönemlerde çıkması konusunda farklı görüşler var. Bazıları ardı ardına okumak daha güzel araya boşluk girince olmuyor derken, bazıları da böyle bir episode u bitirdikten sonra söyle bir bekleyeceksin başka insanlarla tartışacaksın asıl zevki orda görüşünde. Sanırım ikinci bölümde olanlar daha fazla.
- Episode konusu bazılarının kafasını karıştırıyor (aslında benim kafamı karıştırmıştı genelleyeyim dedim). Her episode da senaryo başa sarıyor ve farklı olaylarla tekrar yaşıyoruz ana hikayeyi. Route gibi düşünelebilir.
- Görsel olarak benim beklentim çok az idi çünkü herkes çizimlerin çok kötü olduğunu söylüyordu. Karakter çizimleri gerçekten böyle göz alıcı değil, tabi ellere bakmazsak eller kalıp halinde direkt olarak. Ancak görsellik gerçekten iyi kullanıldığını söyleyebilirim. Hızlı kare geçişleri, arada saatin çıkışı, yağmur, dövüşler falan gerçekten kaliteli yapılmış. Yani görsel olarak pek iyi değil ama eldeki malzeme iyi kullanılmış hatta etkin kullanım olarak diğer birkaç vn den bana göre daha üstün.

- Seslere gelirsek öncelikle hiç seslendirme yok. Müzik konusuna gelirsem müzikler baya baya iyi. Doldukça fazla sayıda şarkı var. Piyasa da remixleri de bulunuyor. Arka planda genelde bir yağmur veya rüzgar sesi var bazılarını rahatsız edebiliyor (seslendirme olmadığında sesini açıp öyle oynuyordum evde evdekiler geliyordu ne oluyor bu rüzgar sesi ne diye).
- İkisini toparlayacak olursak teknik anlamda yeterli Umineko. Görsel olarak böyle göze batıcı kadar kötü bir tarafı yok ses bakımından ortalamanın baya üstünde. Birde yüz ifadesi kısmına değinmek lazım karakterlerin onlarca yüz ifadesi var diğer vnlerdeki gibi 4-5 farklı yüz ile yetinilmemiş o da bir artı.
- Ancak bir şey var ki çok takdir ettim. Oyun sırasında istediğimiz zaman karakter ekranını açıp kim kimdi, o kimin akrabası babası kim falan gibi şeyleri direk olarak görebileceğimiz bir ekran var. Böylece isimleri hatırlama konusunda zayıf olanlar oldukça rahat ediyor. Zaten ilk episode den sonra isimler elbette öğrenilir ancak ilk hikayeye ısınmayı oldukça hızlandırıyor bence.
- Hikaye kısmına gelirsek benim vn lerde hiç hoşlanmadığım bir konu Uminekoda var ne yazıkki. Böyle garip olayların cinayetlerin falan olduğu hikayelerde genelde ilk olarak ailenin doğal yaşamı gösterilir hep. Yemek yemeleri işte ne kadar büyümüşsün hiç değişmemişsin tarzı hayattan enstantaneler kısmı beni sıkar hep. Yani aslında olması doğal hikayeye bir giriş oluşturuyor ama tadında bırakmak lazım yoksa gerçekten sıkıcı oluyor. Umineko da bu kısımlar benim canımı sıktı. Ep 1 de hikayeye yani olduğumuz için çok sorun olmadı aslında en azından karakterleri tanıyorduk. Ep2 de ise baya baya sıkılarak okumuştum bu kısımları.
- Ep1 i komple bir paragrafta anlatacak olursam merakla okunuyor. Hikayeye giriş açısından oldukça yeterli pek birşey anlatmıyor ama kafada yeterince soru işareti bırakıyor. Ep1 nin atmosteri oldukça güzel. İlk olarak aile içi sorunlar sonra cinayetler derken hikaye akıyor. He, öyle vay be ne güzelmiş tarzı bir duygu bırakmıyor ama dediğim gibi başlangıç açısından yeterli.

- Karakterler konusu Umineko da çok önemli. Hatta hikayenin çoğu karakterlerin analiziyle geçiyor. Umineko için karakter tabanlı bir vn diyebilirim. Ever17 veya Chaos;Head te mesela karakterler o kadar önemli değil önemli olan meydana gelen olaylar gelişmeler bilim kurgu kısımları falan. Yani ana karakterin gözünden olaylara tanık oluyoruz ancak karşımızdaki kişinin gerçek karakteri hakkında genelde bir bilgi sahibi olmuyoruz veya hikayenin sonlarına doğru ögreniyoruz. Genelde işte olaylar geliştikçe bu karakter herhalde kötü veya iyi olabilir tarzı düşünceler geliştiriyoruz. Uminekoda ise sayfalar süren karakter analizleri veya geçmişin anlatılması gibi konular olabiliyor. Ep1 de uzunca anlatılan bir konu satranç oynar gibi düşünme mantığı. Bir olay karşısında karşındakinn yerine geçip onun açısından olaylara bakıyorsun. Sanırım biraz bu mantıktan dolayı karakterler üzerinde durulmuş, her karakterin özelliklerini iyice bilirsek satrançtaki gibi bu karakter şunu yapar şu da bunu yapar tarzı bir düşünceye girebiliyoruz.
- Anlatım perspektifi tek karakterde değil ana karakter Battler olmasına rağmen başka karakterin başından geçenleri de görebiliyoruz.
- Ep1 de cinayetler oldukça güzel şekilde anlatılıyordu karakterin duygularını falan anlıyorduk ama ep2 de benzeri sahnelerin tekrar olması hep hoşuma gitmedi ama o sahneler olmadan da olamazdı herhalde.
- İngilizce yamasının kurulması oldukça kolay birde bu basit kurulum için resimlerle anlatım falan yapmışlar çeviri grubu iyi çalışmış.
- Ep2 de touhou göndermesi var şaşırtıyor.
- George karakteri içinde bir paragraf değilde cümle lazım. Bu kadar işe yaramaz bir karakter görmedim ben.
- http://www.youtube.com/watch?v=KpQ4g07_LNg
- Ep2 en sıkıcı episodelardan biriymiş sanırım.
- Uminekoyu salonda ailenizin içinde güvenle laptopta okuyabilirsiniz.
- Maria karakterini oldukça sevdim  uu- uuu-
- Ep1-2 toplam kaç saat sürüyor bilmiyorum oldukça düzensiz okudum 20 saat civari birşey olduğunu tahmin ediyorum daha da kısa olabilir.
- Sonuç olarak okudum pişman mıyım değilim ama öyle ne olacak eve dönünce hemen okumalıyım duygusu vermedi zamanım olursa devam edeceğim. Ep3 en iyilerden biriymiş herhalde ondan sonra bağlanabilirim. Ever17 gibi bir örnek var ne de olsa 4 tane işe yaramaz route ile final route u arasındaki farkı düşününce...
- Türkiyede de fan kitlesi var, en azından 2 tanesini tanıyorum, hatta onlar başlattı bana Umineko yu burdan selam yollayayım.
- Son olarak aklıma gelmişken indirirken neyi indirecegim şu mu bu mu karışıklığı oluyor Umineko ep 1-4 u indirince içinde 1-2-3-4 var ondan başlıyoruz.
Devamı »

Swan Song



Bu sefer değişik bir şekilde yazmaya karar verdim aklıma gelenleri tek tek yazayım.

Bu kısımlarda herhangi bir spoiler bulunmamakta.
- Ana karakterimiz yolda yürürken birden deprem oluyor ve kasabanın çok büyük bir kısmı yıkılıyor. Ana karakterimiz de bir ne yapacağını bilemez bir şekilde bir kiliseye giriyor çünkü yıkılmamış tek o binayı görüyor. Daha sonra da gelenlerle toplam 6 kişi ile hikaye başlıyor.
- Swan Song çoğu vn den farklı olarak tak diye başlıyor konusu. Öyle saatler süren hikayeye giriş veya karakter tanıtım kısımları bulunmuyor.
- Hikayenin genel ilerleyici nasıl derseniz, deprem oldu yanınızda hiçbir akrabanız yok sadece tanımadıgınız 5 kişi daha var. Böyle bir durumda ne yapardınız. İşte vn de böyle de durum işlenir kendilerine göre hayatta kalmaya ve yardım bulmaya çalışıyorlar. Hikayenin ilk kısmı böyle ilerliyor.
- Genel olarak çizimler idare eder. Bazı karakter çizimleri hoşuma gitti bazılarınkini de beğenmedim ancak ortalama olduklarını söyleyebilirim. Birde karakterler konuşurken portresi beliriyor tam boy endam ile görünmüyorlar.
- Bütün karakterler seslendirilmiş hatta yan karakterlerde dahil. Müzikler pek iyi değil arka planda genelde uuhugggggg uhugggg şeklinde bir rüzgar sesi var (diye hatırlıyorum). Seslendirenler tanıdık ama bir türlü çıkaramadım başka nerde olduklarını.
- Benim beğendiğim bir özellik chapter bitince karakter perspektifi de değişmesi. Mesela A karakteri B karakteri için ne kadar uyuz bir karaktermiş bu diyor daha sonra sonraki chapter de B ye geçince bu A benim için neler düşünüyor bu türlü çözemedim diyor mesela. Oldukça güzel kullanılmış bu özellik bazen diğer karaktere geçse de ne düşünüyor acaba diye merak ediyor insan.
- Hikaye ile ilgili bir sorun var ya da sadece bende öyle bir etki bıraktı tam bilemiyorum. Ancak birşeyler eksik sanki. Yani bir vn okurken böyle bir merak veya acaba neler olacak havası hakim olur genelde. Ancak swan song ta o yok sanki. İlk yarısı öyle geçiveriyor resmen. Hani ne yapıyorsun öyle yuvarlanıp gidiyorum derler ya vn de o havada karakterler öyle geçinip gidiyor herhangi bir merak duygusu veya şimdi olaylar feci karışacak havası yok.
- Ancak önceki dedigim tersine hikaye hiç sıkıcı değil. Gereksiz kısımlar çok az yemek yeme bak şu yaptığın yemek çok güzel olmuş veya bugün eve neden geç geldin nii-san benzeri kısımlar yok. Sanki birisinin günlüğünden alınmış gibi o yüzden sıkılmadan okunuyor. Önceki yazdığım madde ile oldukça ilginç oluyor hikaye okunurken.
- Ancak ortadan itibaren olaylar karışıyor gerçekten.
- Hikaye son çeyrege kadar normal ilerliyor ancak ondan sonra çok dramaya dönüyor aşırı hemde.
- Bir normal birde good ending var sırasıyla açılıyorlar. Yani toplam 2 tane ending var karaktere özel endingler yok.

Orta dereceli spoiler içeren kısımlar:
- Hikayenin ortasından itibaren bir topluluga dahil oluyoruz yani bizim gibi deprem madurlarının olduğu bir toplum diyelim. Burdan itibaren hikaye akışı oldukça değişiyor.
- Bir toplumun veya  çalışan insanların toparlayamadım kendi kendine idare edebilen bir kominitenin kurulmasını görüyoruz. Bu kısımlar oldukça güzel. Böyle insanların ne iş yapacagını nasıl savunulacağını, kaç kişi ile savunulması lazım silah taşırlarsa nasıl olur, silah taşıdıkları zaman diğer insanların görüşü ne olur gereksiz korku yaratırmıyız tarzı tartışmalar var.
- Genel olarak şunu cevaplamadım: Ben bunu okuyorum ama ne okuyacagım ve neler kazanacağım. Hikaye genel olarak söyle: 6 kişi deprem sonrası bir kiliseye sığınıyorlar. Bu 6 kişinin birbirleriyle farklı ilişkileri var. Kilisenin etrafında yiyecek birşeyler buluyorlar ancak daha garanti bir şekilde yaşamak istiyorlar. Bu yüzden ilerlemeye başlıyorlar. Daha sonra başka insanlarla tanışıyorlar ve bir toplum oluşturmaya başlıyorlar. Bu toplumun kurulması ve insanın hayatının bu yeni toplumda nasıl değişiyor onu izliyorum.

İleri ile ilgili spoiler içerin kısımlar hikayenin sonu değil ama oldukça ilerisi:
 - İki temel konu üzerinde durulmuş aslında: Denetim ve kısıtlamalar olmayınca insan nasıl değişir. Günlük yaşantı da çogu kişi olması gerektiği gibi yaşar. Peki ya bir deprem ile bütün sistem çökseydi. O zaman insanlar nasıl davranırdı. Birisini öldürdüğün zaman kimse sana hesap soramasa idi nasıl bir yaşantı olurdu.
- İkinci konu ise etrafta kötü insanlar var peki bu kötü insanlar nasıl olmuş. Bu kişiler gerçekten kötü mü doğmuşlar yoksa bazı olaylar sonucu mu öyle olmuşlar. Ya yanımızdaki insanlar da böyle olaylar sonucu öyle bir insan olursa. Daha da kötüsü insanları kötülüklerden koruyacağım diye düşünürken onlardan biri olursak.
- Ortada bir yemek olduğu ve açlıktan ölmekte olan 2 insan olduğunu düşünelim. Bu ikisi yemek için savaşırsa ve birbirlerini öldürmeye çalışırsa hangisi suçlu olur veya iyi-kötü taraf var mıdır. Bu gibi düşünceler işleniyor hikayede.
- Kıtı kıtına yaşayan bir toplum var ve bazı tecavüzcüleri ele geçiriyor. Bu kişileri hapse tıkmalı ve yaşamaları için hergün yemek mi vermeli. Yoksa onları öldürme hakları var mı.

- Normal ending çok iç karartıcı.
Devamı »

Chaos Head - Analiz



-Burası noveli bitirmiş kişiler içindir spoiler-free bir alandır yani baştan uyarımı yapayım -
-Bir başlar genel konsept için ama belirttiğim yerden sonra en sonu ile ilgili spoiler bile olabilir tehlikeli yani-
- Birşey daha bunlar novelden öğrenilen şeyler yani yanlış olabilir. Doğrusu şu falan diyebilirsiniz ancak bu benim hatam değil novelin senaryosuna göre bunlar doğru kabul ediliyor.-


İlk önce chaos head in temel mantığına bakalım. Öncelikle dead spot denilen kavram neymiş:
- Dead spot insan gözünün beyinle birleştiği yer ve sinir hücresi bakımından çok zengin.Sanırım gözü besleyen kan damarları da göze bu noktadan giriş yapıyor. Kör nokta olarak türkçeleştirebileceğiz bu yere gelen ışınlar göz tarafından algılanamiyor. Yani maddelerden gelen ışınların kırılarak gözümüzün arkasında düşürüldüğünü biliyoruz kör noktaya düşenler ise algılanamıyor.

İnsan ile elektrik şeyi:
- Novelin bir bölümünde Sena insanın elektronik bir aletten farkının olmadığını söylüyor. İnsanın duyuları algıladığı şeyleri beyne iletmek için elektrik sinyaline çevirir ve beyne yollar. Beyin ise bu elektrik sinyallerini yorumlarak bize sunar. Teorik olarak bu sinyallerin dış güçler tarafından değiştirebileceği iddia ediliyor. Burda bir örnek gerçekten olan birşey: Amerika da doğuştan kör olan insanlar için bir video kamera sistemi kurulmuş ve beyne bir şekilde aktarılması sağlanmış. Bu şekilde kör kişilerde belli bir oranda görmenin sağlandığı söyleniyor. Yani günlük hayatta sürekli gördüğümüz görüntüler elektromagnetik dalgalardan ibaret.

Dopamin diye birşey varmış:
- Dopamin insanın merkezi sinir sisteminin önemli bir elemanı. İnsanın kalp atış hızını veya tansiyonunu kontrol ettiği gibi genel olarak insanın ruh hali üzerinde büyük bir etkisi var. Görme ve diğer duyu organlarının alglamaları da bu hormona göre değişiklik gösterebiliyor.



Şimdi bunları toparlayamaya çalışsak: İnsanın çevreyi algılamasında görmenin etkisi yüzde 80. Yani çok büyük oranda görme hayatımızı etkiliyor. Gigalomaniac denilen kişiler diğer insanların hem görmesini hem de dopamin seviyesini kontrol edebiliyor. Sanal şeyler görmesini de kör noktaya gönderdiği elektromagnetik dalgalarla sağlıyor. Ve dünyada olmayan bir şeyi varmış gibi gösterebiliyor. Peki bu nasıl oluyor dersek:



Elimizde bir kılıç yok ancak bir kılıç olduğunu düşünüyoruz. Kılıç gerçekten bizim elimizde bulunmuyor yani bizim için ve gerçek dünya için bir hayal. Beynimizdeki bu bilgiyi bir şekilde kaydedildiğini düşünelim. İlk baştaki örneği hatırlayalım : gözleri görmeyen birisini kamera ile görmesini sağladık. Kaydettiğimiz bu bilgileri bu kişinin görmesini sağladığını düşünelim. Böylece ne oldu bizim için hayal olan birşey başka birisi için gerçek bir nesne oldu( Daha ilginç bir örnekte var doğuştan kör olan birisine anime görüntüleri yollarsak gerçek dünyayı da anime dünyası olarak bilecektir tamamen.).



First State
Kızların elindeki silahlar bu durumda iken sadece kendi "hayali" durumunda oluyor. Başka insanlar tarafından bilinmediği için dış dünya ile herhangi bir şekilde iletişime girme şanşı da yok. Aslında bizde "elimde silah var şimdi seni kesiyorum" dersek bu da first state durumda olmuş oluyor. Ancak gigalomaniacların real boot yapma özelliği var.

Real Booter
Öncelikle bir nesnenin var olduğunu nerden biliriz. Ona bakarak var olduğunu biliriz ancak burada bazı soru işaretleri var ya beynimiz olmayan birşeyi görüyorsa. Bu durumda yapacağımız şey belli başka birisini bulup gerçekten olup olmadığını sormak. Yani elimizdeki dondurmayı başkası da görüyorsa gerçekten vardır. Şimdi bu durumu tersten düşünelim. Gerçekte olmayan bir dondurmayı elimizde görüyor olalım. Başkaları eğer bu durumu yalanlıyorsa zorda olsa gerçekten böyle bir dondurmanın bulunmadığını kabullenebiliriz. Ancak herkes bu dondurmayı görüyorsa o zaman o dondurma herkes için gerçektir.
Gigalomaniacların özelliği de herkese bu bilgileri göndererek olmayan şeyleri var gibi göstermek. Veya kendi hayalini başkalarının gerçekleri gibi göstermek.
(Burada bir blog çok güzel bir örnek vermiş Deskartes in "düşünüyorum, öyleyse varım" lafının "başkaları düşünüyor o halde var " olarak modifiye edilmiş diyebiliriz.) 

 Şimdi gelelim en kazık yere
Dirac Sea
Dirac Sea, kuantum fiziğinde gerçekten bulunan bir kavram ileri derece parçacık fiziği konuları içinde yer alıyor.  İnternetten sayfalarca uzunlukta bilgiye erişmek mümkün ama önceden bahsettiğim blogta baya güzel açıklanmış bende oradan direk alıntı yapayım:
The simplest I can go when describing Dirac Sea is a blanket of grenades. If you pull the grenade from its pin (that means you leave the pin on the blanket while you hold the rest of the grenade), you’ll have yourself a surge of energy from the explosion (theoretically of course..you’d explode otherwise). This is pretty much the same concept when it comes to Dirac Sea. Dirac Sea is a blanket filled with particles that have a negative energy. Turn that into positive (similar to removing the pin off a grenade) and what you’ll have is the creation of particle, and along it, energy. On the blanket, you’re left with antiparticle (analogous to the pin). 

Yani Dirac denizini bir çeşit el bombası örtüsü gibi düşünebiliriz. Eğer bir bombadan pimini çekersen (diğer bombaları da olduğu yerde tutarken), patlamadan dolayı büyük bir enerji dalgası oluşur. Bu konsept Dirac denizinde de geçerlidir. Dirac denizi negatif yüklerle dolu bir örtüdür. Eğer bir tanesini pozitif yüke çevirirsen (yani pimini çekersen) büyük bir enerji dalgası ya da parçacıklarına sahip olacaksın. Örtüde de anti-parçacıklar kalacaktır.  (Pek iyi bir çeviri olmadı sanırım.)
Peki bunun olaylarla ne ilgisi var. Dirac Sea'den gelen parçacıklar ile gigalomaniaclar diğer insanları olmayan şeyleri görmesini sağlıyor.


GE Rate denilen birşeyler vardı birde
Dünyanın kendi bir manyetik alanı olduğunu biliyoruz. Çekirdekte bulunan metallerden dolayı dünya manyetik bir alana sahip. Bu manyetik alanında insan üzerinde büyük etkileri var. Çünkü kan hücrelerinde bulunan hemoglobin demir tutuyor bu yüzden de manyetik alandan etkileniyor. Manyetik alandan dolayı kan hücreleri yukarı çekilirse beyne daha fazla kan gidiyor ve insanın ruh hali büyük oranda değişebiliyor (gerçek bilgi: dolanay zamanı suç işlenme oranı oldukça artıyormuş, dolanay zamanı ise ayın dünya üzerindeki manyetik etkisi artıyor.).  Ancak bazı yerlerde lav katmanları veya demir elementlerinin yoğunluğundan dolayı manyetik etki dalgalanmalar yaşayabiliyor. Bu değişimlere GE-Rate deniliyor (gravatation error rate mi ne idi).
Novela göre bazı yerlerin gençler tarafından çok popüler olmasının nedeni GE etkisi. Gençler üzerinde bu etki daha fazla olduğundan gençler için çekim alanı oluyor. Üstelik bu yerlerde elektromanyetik dalgalar daha bir insan üzerinde etkili oluyor.
Gigalomaniacların bu etki ile güçlerini kullanabiliyor diye hatırlıyorum ama feci yanılıyor da olabilirim.


Genel konsepti açıkladık şimdi daha senaryosal konulara bakalım. Bu arada Takumi ana karakterimizin adı.


===Artık büyük spoiler olabilecek yerler burası====


Nozomi grubunun amaçları neler:
-  Asıl olarak siyasi gruplara yardım etmeye çalışyor. Örneğin insanlara farkında olmadan şu partiye oy ver mesajı yollamak gibi. Bunun için noah adında bir makina geliştiriyorlar ancak üretimini tamamlamak için 2 tane gereksinimleri var bir tanesi bir formül diğeri de gigalomaniaclardan toplanacak gen kodları. Bu yüzden diğer kızlara işkence veya duygusal baskı uyguluyorlar ve Takumi'ye novel boyunca göreceğimiz şeyleri yapıyorlar. 300 commity denilen kişiler bu gruba yardım da bulunuyor.

Kimler Takumi'nin yanında:
- Aslında hemen hiç kimse Takumi'nin direk olarak tarafında değil. Nozomi grubu onu uyandırıp açığa çıkacak güçlerini ele geçirmek için baskı uyguluyor, gerçek Takumi ise onun uyanıp gerçekleri farketmesini çabalıyor yani o da baskı uyguluyor.  Bu yüzden iki taraftan birden de ihanete uğruyor  Takumi.



Başlığın altındaki yazı ne oluyor:
Oyundaki hayallerimiz oluyor aslında.
Sensual world = yeşil, güzel hayaller
Despotic society = herhangi bir hayal olmaması
Destructive sanctions = kırmızı, kanlı kötü hayaller

daha aslında baya şey varda şimdilik yeter sanırım
Devamı »

Ever17 -the out of infinity-



Ever17 en çok bilinen visual novellerden bir tanesi arasında yer alır. İnternette birçok fansitesi veya açıklaması yapılan site bulmak mümkün. 



E17 2002 yılında çıktı daha sonra ingilizce sürümü de yayınlandı. Yani ingilizce sürümü ise herhangi bir dil sorunu olmadan direk kurulup oynanabilir. Oynanma süresi 30-50 saat arasında ve oyunda herhangi bir hentai sahnesi bulunmamakta.










E17 görüntü olarak ortalama denilecek bir seri birçok karakter bulunmakta çok özenli çizilmiş olmasa da yetecek düzeyde olduğu söylenebilir. Görüntü olarak herhangi bir efek bulunmamakta klasik yazılarla oynuyoruz.



Ancak seslendirme ve müzik konusunda novel oldukça parlak. Seslendirme oldukça başarılı isimler tarafından yapılmış. Ana karakter haricindeki karakterler seslendirilmiş. Bazı müzikler sıkıcı olsa da genel itibari ile oldukça güzeller. Ana tema müzigi ve dramatik durum müziği oldukça güzel.




Şimdi ever17 nin en önemli kısmına gelelim, o da senaryosu. Tabi her novelin en önemli kısmı hikayesidir ancak ever17 burda gerçekten diğerlerine fark atmış durumda. Gerçekten şok edecek bir hikayesi var. Hatta bir kısımda durum kafamı toparlamak zorunda kalmıştım çünkü bir yerden sonra resmen bilgi ve olay sağanağında kalıyorsunuz.



Hikayeyi açarsak okyanusun ortasında kurulmuş bir eğlence parkına giriyoruz. Bu parkın su üstünde bulunan kısımları olduğu gibi asıl suyun altında bölümleri var. Ancak beklenmedik bir sorun meydana geliyor ve parkın bazı bölümlerini su basıyor. Suyun üstü ile iletişim kesiliyor ve az sayıda insan suyun altında mahsur kalıyor. Kompleksin duvarlarının basınca dayanamadığını ögrendikten sonra yaklaşık bir haftalık bir sürenin kaldığını ögreniyoruz.



Oynanışa bakarsak 4 tane route bir tane de true ending denilen herşeyin aslını ögrendiğimiz bir route var. Routeların 2 tanesi sıkıcı 2 tanesi de güzel ancak aslında bu routeların hepsi true ending için bir ön hazırlık aslında. True ending i açmak için 4 route u da bitirmek gerekli.



True ending şimdiye kadar göreceğiniz en mükemmel senaryolardan bir tanesi. Bu arada oyunda iki ana karakter bulunuyor 2 route u bir karakter bile diğer karakter ile de diğer 2 route u tamamlıyoruz. Bu seçimi oyunda bir seçim ile farkında olmadan yapıyoruz.



Bu arada bilim kurgu ögeleri de bulunmakta. Ancak oyunun burda oldukça yardımı var çünkü herşeyi en ince detaylarına kadar açıklıyor yani genel olarak bir sorun olmaması gerek.



Oyunun kötü yanları da var mesela bazı yerler var ki hiç olmasa da olurmuş diyebiliriz. Ancak çokta büyük bir sorun oluşmuyor. Birde başka route ile oynarken genel olarak aynı yazılarla karşılaşıyoruz "skip previously read" i işaretlediğimizden emin olmak gerek.






Ever17 gerçekten büyük bir tecrübe visual novel oyuncuları için. Eğer bilim kurgu düşmanı değilseniz bu oyunu kesinlikle oynamalısınız.






Oyun walkthrought ile oynanabilir çünkü senaryo karışık zaten birde seçeneklerle uğraşmak istemeyebilirsiniz. Oyunu oynarken şu routeları takip etmelisiniz:



Tsugumi -> Sora -> You -> Sara






Neden derseniz açıklayamam çünkü son route da bunun nedeni belli oluyor değişik bir şekilde de tamamlanabilir ancak tavsiye edilen sıralama bu.
Devamı »

Planetarian ~Chiisana Hoshi no Yume~

Planetarian gene Narcissu gibi kısa süreli (4-6 saat arası) drama vnsidir. Gene benzer şekilde kurulumu basit ve herhangi bir hentai sahnesi bulunmamakta. Yalnız bu oyunun boyutu daha fazla yaklaşık 500 mb ya yakın. Bunun nedeni oyundaki kızın tamamen seslendirilmiş olması.



Hikaye günümüzden 30 yıl sonrasında geçiyor. Dünyada nükleer bir savaş çıkmış ve uygarlık neredeyse tamamen yok olmuştur. Dünya üzerinde kendi başına dolaşan avcılar veya grup halinde avlanmakta olan çeteler kalmıştır. Birde önceki savaştan kalma robotlarda etrafta bulunmakta savaş bitmesinden dolayı terkedilmiş ancak halen insanlar için büyük tehlike oluşturmaktadır.
Ana karakterimiz bir gün bir çatışma sonrasında bir eglence yerine saklanmıştır. Amacı yeterince dinlendikten sonra tekrar yoluna devam etmektir. Planetarian denen bu yerde halen bir robot çalışmaktadır:  Reverie. Reverie nin amacı gelen müşterilere sirkte eglenmesini sağlamaktır. Ancak bilmediği şey savaş sonunda insanların çoğunun yok olduğu. Bu yüzden her sabah Planetarian ın önünde boş yere beklemektedir insanlar gelecek diye.

Ana senaryo karakterimiz ile Reverie arasındaki ilişkiyi ele alıyor. Gerçekten çok acımasız bir durum var. Ana karakterimiz yıllarca yıkınmış şehirlerde insanlarla savaşarak yaşamış bir karakter. Aslında o evrendeki hemen herkes için geçerli bir durum bu. Yani insanlığın genelinde bir umutsuzluk ve yalnızlık hakim. Ve bu evrende sadece konuşabileceği bir robot ile olması ana karakterimiz için gerçekten çok büyük bir hazine. "Sadece bir robot neden bu kadar önemsiyorum" derken kendi kendine yine de ondan vazgeçemiyor.
Reverie tamamen seslendirilmiş ve oldukça güzel çizilmiş. Onun dışında herhangi bir seslendirme yok. Zaten başka karakterde yok. Hikaye boyunca sadece tek bir karakter görüyoruz. Yine de ses ve görüntü olarak herhangi bir sorun yok.

Hikaye çok dram baştan söylemem gerek.
Yüklenmesinde veya çevirisinde herhangi bir sorun görmedim sağlıklı olarak çalışıyor.
Narcissu için umutsuzluk yazmıştık bunun içinde yalnızlık yazalım hikaye boyunca bu duygu peşimizi bırakmıyor ve en sona kadar götürüyor.
Devamı »

Narcissu

İlk olarak Narcissu sanırım yüklenmesi en kolay visual novellardan bir tane. Çünkü hem program olarak ingilizceye çevrilmiş hemde bedava siteden direk link olarak indirilebiliyor.

Oyunun süresi 5-6 saat civarı yani tek bir oturuşta bile başından sonuna bitirebilebilir. Novelde herhangi bir hentai sahne yoktur.


Oyun tamamıyla ücretsiz yazar kendisi bu noveli hazırlamış ve internete koymuş. Ses ve resimleri ise arkadaşlarına yaptırmış yani tam olarak amatör bir iş denebilir.

Amatör dedim ama hikayesi şimdiye kadar ki en dramatik hikayelerden bir tanesi. Senaryoyu açıklayacak olursam
--
Hastane de kalan ana karakterimiz hastanenin oturma yerinde -tam isim bulamadım ama hastalar burda tv falan seyrediyor- bir kızı görüyor. Daha birkaç defa daha görüyor ama onla hiç konuşmuyor sadece kızın gelip televizyon seyretiğini görüyor. Birkaç defa konuşmaya çalışıyor ancak sağlıklı bir konuşma akışı sağlamayamıyor bir türlü. Daha sonra birgün babası geliyor..
--
Bu kadar yazayım çünkü hikaye gerçekten kısa.
Novelin temel temasını özetleyecek bir kelime varsa o da çaresizlik. Bu iki kişi ne yaparlarsa yapsın veya ne kadar isyan ederlerse etkin kendi sonlarını veya durumlarını değiştiremeyeceklerini biliyorlar. Hastanede yaşamaktan bıkmış iki insan var ve artık sonlarını düşünmeden birşeyler yapmaya çalışıyorlar.
Ana karakter kızın mutlu olması için herşeyi yapıyor. Burada gerçekten oldukça iyi işlenmiş bir konu var. Kıza karşı aşık mı veya acıdığından mı veya sadece kendi umutsuzluğunda mı yardım ettiği kişiden kişiye değişecek bir yorum olur. Kızın iç dünyasını ise ancak en sonda ögrenebiliyoruz.

Hikayenin sonunu ise kapanış şarkısından anlayabiliyoruz. Şarkının sözleri kızın kendi duygularını anlatması şeklinde olmuş ve gerçekten çok başarılı bir fikir.

Yazar novelde hiç seslendirme kullanmak istememiş ama sanırım çevre etkenlerden dolayı kızın seslendirmesini eklemiş. Oyunda seslendirmeli ve seslendirmesiz olarak 2 seçenek var. Yazar ikinciyi tavsiye ediyor herkesin kendi hayal dünyasındaki karakteri koyması için. Görüntü olarak ta aynı durum geçerli karakter görüntüleri çok az var ve oldukça sade. Kızı sadece en sonlarda görebiliyoruz (birde ana menüde).
Drama seven herkesin okuması gereken bir novel.
İndirme adresi: http://narcissu.gwathyr.net/NarcissuSetup[insani+Haeleth].exe
Devamı »

Saya no Uta

Saya no Uta isimli visual novellin ilk kısımlarıdır.

Uyarı: Hikaye "gore" ögeleri ile doludur.


 

 ASDF'%+!%+&GFECW,+R'+'+!^F+V%T'232?

  Önümde duran üç yaratık konuşuyorlardı. Öyle harap ve parazitli bir  ses ki söylediklerini zorlukla anlayabiliyordum.

G'%+^%H^+%VEFSG+%^SFGF'SDFGB&^+F?

FSDG%^T^H%'+YHSGHY&+YHS?

 Söylenenleri dikkatle dinlemeye çalışıyordum. Böylece en azından onların şüpheli bakışlarından kurtulabilirdim. 

 Sanki benle konuşuyor gibiler. İşin kötüsü benim "arkadaşım gibi" görünüyorlar.
 Bunu reddetmek, kabul etmemek isterdim ama--- bunu uzun zaman önce bıraktım.
 Her gece bu kabusun sona ermesi dileği ile uyudum. Ama her sabah gene aynı korkunç dünyaya uyanıyordum.
 Böyle yaşamaya alışmak zorundayım, onlar gibi davranmalıyım. 3 aydır yaptığım rolü hayatımın sonuna kadar sürdürmeliyim.
 ASDF+%^H+^VFSDT+FDSFG'+ASDFADF'+ASDFASWDF
 ADFA+^RF'VTH&+YWGSAGF+WTFRWAFW^

 

Ses tonuna bakılırsa bu Kouji olmalı. Yanındaki de büyük ihtimalle Oumi. O zaman diğer köşedeki de Yoh. Mümkün olduğu kadar onlarla yüz yüze gelmekten kaçınıyorum.

Onların çürümüş suratlarına bakmak midemi bulandırıyor.
 GYDB+%&TY^+GSFF+FVSG%+^GSDFGS
 Q^GSFBN^%WSFDGWRT+
 FG NJRYDH^%TGEW^+%%^YSFD

 Herşey tamamen değişti.
 Herşey gözüme farklı görünüyor. Bu canlılar benim okuldan arkadaşlarım, onlarla iyi arkadaştık. Hatta her yaz birlikte kaymaya giderdik.
 Ama artık bunlar neredeyse unutulmaya yüz tutmuş anılar. Tek dileğim herkesin, bütün canlıların beni unutması ve beni rahat bırakması. 
 Burası benim 20 yıldan beri oturduğum şehir -doğduğum büyüdüğüm- ve bu çevre de benim yıllardan beri alışık olduğum ortam. Ama ben artık böyle göremiyorum.
 Artık dünyayı tanıyamıyorum. Evim diyeceğim hiçbir yerim yok.
 '+VSFG+^VFSHRYYU&%I/&(KFH ?
 '%+'GREFSHWTYW^%GEFA

 Her ne konuşuyorlarsa bu beni ilgilendirmiyor. Sadece sessiz durup dinliyormuş gibi görünmeliyim. Ama birden:
 "Hey Fuminori" et yığınından oluşmuş bir kafa kanlı gözleriyle bana döndü, " sen ne düşünüyorsun?"
 "...ne hakkında?"
 Çaresizce sakin görünmeye çalışıyordum ve normal gibi davranmaya, ama boğuk sesim bu davranışımı ele veriyordu.
 "Bu yıl ki kayak gezimizi konuşuyorduk. Sende geliyorsun di mi?"
 Bu konuşan Kouji olmalı, yüzü ve ağzı sanki... üç ay önceki gibi.
 "Bilmiyorum"
 "Başka planların mı var?"
 "Öyle değil" 

 Kouji benim en iyi arkadaşlarımdan biri idi. Doğrusu onların hepsi benim için değerli, herhangi bir arkadaştan fazlası idi.

 Kaç gece yalnızlık içinde ağladım, artık geri gelmeyecek arkadaşlarımın yası için. 
 Artık gözyaşlarım kuruduğu zaman, ara sıra onlarla görüşüp normal gibi davranmaya çalışıyorum. Yoksa beni gene o hastaneye gönderecekler.

 Ama bu sefer beni tamamen oraya kilitleyecekler herhalde. 



 Ne olursa olsun buna izin veremem.
 "Yoksa fiziksel aktiviteler seni zorluyor mu halen?"
 Artık dayanamıyordum. Onlara bakmaya veya dinleyemeye daha fazla katlanamıyordum.
 "Hey nereye gidiyorsun?"
 "Bugün check-up için doktora gitmeliyim"
 Sahne bir gülümseme ile yaratıklara döndüm. Çürümüş yumurta kokan, iç organları dışarda olan yaratıklara. Cüzdanımdan bir banknot çıkardım. Ne olduğunu seçemiyordum. İçeceğimin ücretini karşılar herhalde. 

Parayı masanın üzerine bırakıp arkadan bakmadan gittim.
 ---Delirmek istemiyorum.


 "Hey, niçin bu dönem farklı bir şey yapmıyoruz, paten gibi." Oumi fikrini ortaya attı.
 "Paten mi, ama biz her zaman kaymaya giderdik" Yoh bu fikri pek beğenmemişti.
 "Haha, sen zaten son zamanda paten yapmıyor muydun"
 Tonoh Kouji sevgilisi olarak görevi Oumi'ye destek olmaktı.
 Yoh açısından onlar oldukça iyi bir çiftti. Hatta kıskanılacak kadar.

 Kouji ve Oumi normal sevgililer gibi birlikte oldukça iyi zaman geçiriyorlardı. Aslında Yoh onları kıskanmıyordu. Sadece kötü şans idi ondaki.


 "Hmm...Bende Oumi-chan'ı paten yaparken görmek istiyorum", Yoh içindeki sorunu dışarı vurmamaya çalışıyordu. Onun da "özel kişisi" vardı. Ama korkunç bir trajedi yüzünden onunla vakit geçiremiyordu. Evet gerçekten şansız bir insandı Yoh.

 Paten yapılacak yer hakkında konuşuluyordu. Dışardan bakıldığı zaman iki çift vardı masada. Başka bir deyişle Yoh'un erkek arkadaşı da onlarla birlikle oturuyordu.


 "Hey, Fuminori. Sen ne düşünüyorsun?"
 Belki de Kouji, Yoh'un kalbindeki acıyı hissetti. 
 "...ne hakkında?"
 Yoh'un stresinin kaynağı -Sakisaka Fuminori- Kouji'nin ani sorusuna cevap verememişti. 
 "Um, tatilde yapacağımız kayak gezisini konuşuyorduk. Sende geliyorsun di mi?"
 Kouji oldukça yavaş bir şekilde konuşuyordu. Fuminori son zamanlarda çok değişmişti. Sanki konuşulanları anlamıyordu.
 "Bilmiyorum" Fuminori aniden cevap verdi, gözlerini aşağı eğerek. Sessizliğini bozmak için herhangi bir çaba gösteriyor gibi görünmüyordu.
 "Başka planların mı var?"
 "Öyle değil."
 Kouji bile. onun en iyi arkadaşı, onunla önceki gibi iletişim kuramıyordu. Yoh da söyleyecek herhangi birşey bulamıyor gibiydi.
 Kazanın izleri... onlardan sadece Fuminori etkilenmiyordu. Dördü birden bu acıyı çekiyordu artık.
 Yoksa fiziksel aktiviteler seni zorluyor mu halen?"
 "Bugün check-up için doktora gitmeliyim"
 Cevabı söylediği gibi Fuminori sandalyesinden kalkmıştı.
 "Hey, Fuminori!"
 Kouji sesinin fazla çıkmasına engel olamamıştı.
 Fuminori bir eli ile yüzünü kapıyordu. Sanki korkunç bir şeyden kendisni korumak ister gibi. Koşar adımlarla kafeteryadan çıktı.
 Derin bir sessizlik kapladı masada oturan üç kişiyi. 

Masanın üzerinde duran on bin yene bakıyorlardı. (ÇN: 90 TL gibi para oluyor)
 Fuminori kahvesine de dokunmamıştı.
 "Artık daha fazla dayanamıyorum" Oumi öfkeli bir şekilde konuşuyordu.
 "Bence...halen zamana ihtiyacı var. Aileni böyle korkunç bir kazada kaybettiğini düşünebiliyor musun?"
 Kouji devam etti "Hastanede daha kötüydü. Bizi gördüğü zaman deliler gibi bağırıyordu. Onu yatağa bağlamak zorunda kaldılar. Bu kadar iyileştiği için çok şanslıyız"
 "Ama halen gitmesi gereken çok yol var. Sanki bize insan değiliz gibi bakıyor"
 "Yeter, Yoh'un bizi dinlemesi için bir sebep yok"
 Kouji'nin ona destek vermesi Yoh'a iyi gelmişti. Aniden aşkını Fuminori'ye itiraf edince şaşırmasını doğal karşılamıştı. Biraz zaman istemişti ama bir hafta sonra...
kazadan sonra sanki herşeyi unutmuş gibiydi. 3 aydan beri de herhangi bir cevap vermedi.

 Dr. Tanbo Ryouko için başka hiçbir hasta bu genç adam kadar sorunlu değildi. 
 "Herhangi bir gelişme var mı, Sakisaka-san?"
 "Hayır... zaten herhangi bir sorunum için konuşmaya gelmedim."
 Sesi düz ve sertti, sözleri odanın boş köşelerine doğru gidiyordu. Sanki boş bir odada kendi kendine konuşuyordu. 

Psikiyatri eğitimi almasa bile bir insan onun dış dünya ile kendisi arasında kalın duvarlar olduğunu anlayabilirdi.
 "Herhangi bir uyuşma, görsel veya ses olarak halissünasyon görüyor musun?"
 "Hayır."
 "Sakisaha-san biliyorsun, en son teknoloji tedavileri kullanıyoruz. Bunlar henüz tam olarak geliştirilmedi, yani ölümcül bazı etkileri olabilir. Bu yüzden seni sürekli gözetim altında tutmalıyız."
 "Önceki haftaki MR sonuçları nasıldı?"
  Ryouko bir an şaşırdı. Sonra onun tıp ögrencisi olduğunu hatırlamıştı.
 
  "Eğer beynimde bir anormallik olsa MR'da görünürdü di mi. Herhangi bir sorun var mı?"
 "...hayır"
 "Ben iyiyim, doktor. Zaten dışarda herhangi bir sorun olmadan yaşayabiliyorum."
 "Biliyorsun, gözlemlerimize devam etmeliyiz. Bize biraz daha güvenmelisin"
 "Pekala. Önceki yerden devam edelim doktor. Prof. Ougai'dan herhangi bir haber var mı?"
 "....."
 Cevap veremeden, Ryouko gülümseme maskesinin ardına saklanmıştı.
 "Prof. Ougai. Onun senin tedavinle nasıl bir alaka var?"
 "Bana güven diyorsun, ama şimdi neden sır saklıyorsun?"
 Sakisaka sanki bir doktor ile değilde, kuşkulandığı bir suçlu ile konuşuyordu. Kesinlikle diğer hastalara hiç benzemiyordu.
 "Hastaneye gelmeyi uzun zaman önce bıraktı. O zamandan beri herhangi bir şekilde ona ulaşamadık." Ryouko konuşmaya devam etti.
 "Onla neden bu kadar ilgilisiniz, Sakisaka-san? Onu tanıyor musunuz?"
 "Profesörün kayıp olduğunu biliyor musunuz?"
 "Hayır"
 Ryouko çok çabuk cevap verdiğini anladı. Biraz daha şaşırmış gibi davranması lazımdı.
 "Onun bir tane akrabası ile tanıştım, o bana onu bulmamı istedi"
 Yalan söylüyordu. Onun herhangi bir akrabası yoktu. Ama nasıl hastane ile hastalık dışında herhangi bir bağlantısı olmayan birisi onu tanıyor olabilirdi?
 "Sakisaka-san. Sana bildiğim herşeyi memnuniyetle söylerim. Ama ondan nisan ayından beri haber alamıyoruz"
 "Haftaya gene bu saatte gelmeye ne dersin?"
 Ancak sözünü tamamladan, Fuminori'nin kapıdan çıkmıştı bile.
 Sanki birisi duvarlara domuz organları sıkmıştı. Ama buranın bir hastane koridoru olduğunu biliyorum. Artık bu yeni yaşantıma alışmak zorundayım. Ama tabiki bu kolay değil. Kendimi kolayca bu kadere teslim edemiyorum. Ama durum sadece umutsuzluk değildi. Benim için bile bir umut dalı vardı. Mümkün olduğu kadar bu korkucusu dünyaya bakmamaya çalışıyordum. Eve doğru hızlandım.
 Sessiz bir yerde yaşıyordum, bana yalnız yaşamam için çok büyük bir evde. Ailem benim kadar şanslı değildi. 

Hastalığımdan dolayı onların cenazesine bile gidememiştim.
 Babamın işi batmıştı. Ancak bana ev ile bir süre yetecek kadar para bırakmıştı.
 Tabiki üzgündüm... ama belkide bu hastalık ile onlarla birlikte yaşamayamazdım. Ve hayatta olsalardı kesinlikle garip bir kız ile aynı evde yaşamama izin vermezlerdi.

 "Hoşgeldin!"


 Kapıyı açtığım gibi bu canlı ses beni karşılamıştı. Neyse ki bu bir insanın sesiydi. Bu ses kulağıma gelmesinden itibaren artık günün korkunç sesleri aklımdan silinmeye başlıyordu.
 "Geç kaldın, seni merak ettim."
 "Hastaneye gitmek zorundaydım."
 Kazadan beri bildiğim tek insan -belki de dünyadaki tek insan- bu kız idi. Evet teni çok beyazdı. Saç ve göz rengi çok normal sayılmazdı ama insandı işte.
 Ve gülümsemesi... bana yaşam gücü veriyordu.
 O benim kurtuluşumdu, mutlu olmam için ona ihtiyacım vardı. O olmadan bu dünyada delirmemenin olanağı yok. Hiç abartmadan söylüyorum Saya beni hayatta tutan tek nedendi.
 "Bugün ne yaptın?"
 "Oturma odasını boyadım. Şimdi ise yemek yapıyordum"
 Bir gün farkettim ki eğer normal renkler benim midemi bulandırıyorsa, tek yapmam gereken onları boyamak. Bu yüzden gidip alabildiğim kadar renk alıp odaları Saya ile boyamaya başladım.


 Yatak odasını tamamen boyadıktan sonra kazadan beri ilk defa güzel bir uyku çekebilmiştim.
 Oturma odasını boyarken Saya perdeleri ne yapacağını bilememişti. Ben ise duraklamadan onları yırtıp pencereleri boyamıştım.
 Artık dış dünyada görmek isteyeceğim birşey yoktu.
 "Yemek hazır!"
 Yemeği önüme getirmişti. Ne yazıkki ne rengi ne de kokusu etraftaki herhangi birşeyden farklı değildi. Tadını söyleme gereği bile duymuyorum.
 "Itakakimasu!"
 Yemek yemek, benim için çatalı periyodik olarak ağzıma götürme işlemiydi.
 "Yoksa yemeği beğenmedin mi"
 Yalan söylemekte pek iyi değildim, en azından Saya'ya karşı.
 "Senin bir suçun yok..."
 "Yakında değişik birşeyler denerim. En sonunda seveceğim birşeyler yapabileceğim."
 Saya gibi normal bir insanla tanıştığıma göre, normal bir yemek olmamasının herhangi bir nedeni yok zaten.
 "Sen yemiyor musun?"
 "Hayır. Ben... zaten yedim."
 Saya ile yaşadığımızdan beri bir kere olsun onun yemek yediğini görmemiştim. Bu beni biraz üzüyordu ama onu zorlamak istemiyordum.
 "Bugün hastanede senin babanı sordum."
 Ougai Masahiko. Saya'nın babası. Saya bana babasının kaybolmasının arkasındaki olayları bulmamı istemişti.
 "Birşey bilmediklerini söylediler. Ama birşey sakladıklarından eminim..."


 Saya---
 Niçin...
 Saya, sevgili Saya--- bu gerçekten istediğin şey mi?
 Niçin bu kadar ileri gidiyorsun. Benim gibi birine hem ruhumu hem bedenini veriyorsun?
 Bu sadece bir acıma mı?
 Peki bu delicesine tutku ve şehvet nerden geliyor.
 "Fuminori...Evet...daha fazla"
 Vücudu, kıvrımları sanki bir rüya gibiydi. Kendimi acaba bunların hepsi bir rüya mı demekten alamıyordum.

 ...



 "...Fuminori? Ağlıyor musun?"
 Birden yanaklarımın ıslak olduğunu farkettim.

 "--Niçin Saya? Benimle bu kadar ileri gidiyorsun?"

"..."

 "Bilmiyorum ama...Sanki her geçen gün kendimi sana daha fazla teslim ediyorum. Yakında sen olmadan yaşamam mümkün olmayacak."
 Kollarımı Saya'nın beline doladım. Vücutlarımız bir daha ayrılmasın diye dua ederek.
 "Bana söylermisin...Ne yapmalıyım? Sana nasıl karşılık verebilirim?"
 "Benle olmaya devam et sadece."
 "Niçin ben..."
 "Çünkü sen tamamen yalnızsın... ve ben de yalnızım."

 Yoh bugün kararlıydı, onla konuşacaktı.
 Beklemek ona sadece acı verecekti bunu anlamıştı. Artık daha fazla bu acıyı sürdürmek istemiyordu.

 Tekrar cesaretini göstermeliydi.


 Yoh genelde orta sıralarda otururdu hocayı daha iyi duymak için. Fuminori ise ona yakın yerlerde otururdu. Ama bugün Fuminori hiç görünmemişti. Acaba bugün de gelmeyecek miydi.
 Birde Fuminori'yi gördü. Sınıfın uzak bir köşesinde oturuyordu. Sınıfta idi ama sanki herşeyden kopmak istiyor gibi bir hali vardı. 
 Ders bittiği gibi Fuminori kendini dışarı atmıştı. Yoh koşarak ona yetişmeye çalıştı. 
 "Fuminori"

 "...ne var?" yavaşça dönüp konuşmuştu, isteksiz gibi görünmesine rağmen.


 Artık yüz yüzeydiler. Yoh kederle Fuminorinin ne kadar kilo verdiğine bakıyordu. Yüzü iyice süzülmüş, elmacık kemikleri ortaya çıkmıştı. Tanığıdı Fuminori'den çok başka birisine benziyordu sanki. Acaba stresten mi yoksa iyi beslenmediğinden mi böyle oldu diye düşündü Yoh. Belki de ikisi birden.
 Olduğundan daha da garip görüyordu. Sanki birşey onun omuzlarının üzerindeydi. Hatta onu korkutuyordu sürekli. Gözleri sürekli farklı yerlere odaklanıyordu ama sadece Yoh'un gözlerinden kaçıyorlardı.
 "Um, senle birşey konuşmak istiyorum. Vaktin...var mı?"
 Dışarısı boş ve sessizdi. Kimse bu soğuk havada dışarda olmak istemiyordu anlaşılan.
 "Evet, ne var?"
 --Hatırlamıyor musun? Yoh bunu haykırmak istedi birden.

 "Sakisaka-san. Son zamanlarda garip davranıyorsun. 



Ben...senin hakkında endişeleniyorum."
 "Belki de haklısın. Başımdan bir çok şey geçti."Gülümsüyordu, ya da gülümsemeye çalışıyordu.
 "Hepsi bu kadar mı?" Fuminori duygusuzca konuşuyordu.
 "Başka bir şey daha mı olduğunu düşünüyorsun."Yoh bugün geri adım atmayacaktı.
 "Çok acı çekiyorsun. Sanki omuzlarının üzerinde dayanılmaz bir ağırlık var. İnsanlarla yüz yüze gelmekten kaçınıyorsun. Arkadaşlar böyle zamanlar içindir."
 
  "'^+'Gerçekten ailen'%+ için üzgünüm.  

Ama...yalnız '+%değilsin. Tonoh-kun, /^+%Oumi  

-chan ve-- ve varım.^+&%+^+%"



 "Sana yardımcı olmak istiyoruz, bütün her şeyi kendin taşımak zorunda değilsin. Sana yardımcı olm--"
 "Yeter!" Fuminori aniden bağırdı. Yoh sessizliğe gömülmüştü.
  Gözlerinde kızgınlık veya herhangi bir sıcak duygu yoktu. Sadece soğuk bir nefret vardı. 
 "Ah, evet sana cevabını vermemiştim."
 --Hatırladı.

 Hatırlamıştı, peki neden halen böyle soğuk davranıyordu.

 "Sana daha önce hiç o gözle bakmamıştım. Bana duygularını açtığın zaman sana nasıl cevap vereceğimi bilememiştim."
 "Sakisaka-san..."
 "Ama artık cevap verebilirim. Bunu düşünecek çok zamanım oldu. Tsukaba-san, senden nefret ediyorum. Senin yüzüne bile bakmak istemiyorum."
 Ağlamamalıyım. Bunu kendine söylüyordu ama gözyaşları yanaklarından inmeye başlamıştı bile.
 "Seninle bir daha görmemeyi dilerdim ama, aynı okulda olduğumumuzdan bu olanaksız. Bu yüzden bende bir daha konuşma en azından. Senden iğreniyorum."
 "Nasıl bu kadar..."
 Fuminori yüzünde korkunç bir gülümseme belirmişti.
 "Biraz sakinleşmelisin. İddiaya varım Oumi ve Kouji'den heveslenmişindir."
 Artık daha fazla dayanamıyordu. Yoh koşarak oradan ayrıldı. Arkasına bile bakmadan.
  

Oumi ve Kouji uzaktan olayları izlemişlerdi. Bütün konuşmaları dikkatle takip ederek.


 "Lanet olası..."
 "Nesi var bunun..."
 Kouji için bile bu davranış affedilemezdi. Ama halen şaşkındı. Onu uzun zamandan beri tanıyordu. Hiç bu kadar acımasız görmemişti onu.
 Kaza onu kesinlikle değiştirmişti.
 "Kouji, onun böyle gitmesine izin mi vereceksin?"
 "Hayır, ama ne yapabilirim ki?"
 "Peşinden gidip ona gününü göstereceğim!"
 "Peki Yoh bundan mutlu mu olacak"
 "Hayır ama en azından ben mutlu olacağım!"
 Yoh, Oumi'nin en iyi arkadaşıydı. Olaylar onu kesinlikle çılgına çevirmişti.

 "Sen Yoh'un yanına git, ona teselli verecek birisi lazım. Ben ise Fuminori'nin yanına gideceğim." Oumi kafasına koymuştu ne yapacağını.


 Kendimi korkunç ve acınacak gibi hissediyordum - ama aynı zamanda tazelenmiştim sanki.
 Sonunda çizgiyi çekmiştim. İnsanlardan iğrendiğim sürece nasıl bir ilişkiyi devam ettirebilirdim ki.
 Olayları Kouji ve Oumi öğrendiği zaman benim çok değiştiğimi anlayacaklar. Ama artık umrumda değil. Şimdiye kadar onlar bana korku vermişti. Ama bugün ben onlardan birine korku verdim. Bu duygu bir an içimi kapladı. Ama içimde hep bir vicdan azabı vardı. 
 Yoh'a karşı herhangi bir garezim yoktu. Ona zarar vermekte istemiyordum. Ama bir arada iken Kouji ve Oumi'nin yanında onun sessizce oturması... onun bu durumu beni rahatsız ediyordu.

 * * *

Göremiyordum. Aldığım ilaçların bir etkisi olsa gerek. Ancak uyandığım zaman... sanki bu durum benim için daha iyi idi. Benim duyularım. 


Duyma...görme...koklama...dokunma. Hepsi birden bana işkence ediyordu sanki. 
 Yemeğimin tadı, yatağımın bana verdiği his, yanımdaki çiçekler hepsi birden bana başka bir dünyada olduğumu hissettiriyordu.
 Doktorların sesini anlayamadığım zaman, kendiği öldürmeye karar verdim. Bu yeni dünyaya uyum sağlamayamazdım.
 En azından Saya ile tanışana kadar.
 Rüyalarımdaki kabuslar ile gerçek hayattaki kabus yer değiştirirken odama girdiğini farketmedim.
 Bir yüz bana bakıyordu. Ama çürümüş, kurtlar içinde, et yığını bir yüz değil. Bir insan yüzü...


 "Ah--" 
 Kız böyle bir tepki beklemiyordu.
 "Benden korktun mu?"
 Saate baktım gece yarısı 3'tü. Herhangi bir insan olsa bu kızın bir hayalet olduğunu düşünürdü.
 Ama benim için hayalet olması önemli değil. Tanrı tarafından gönderilmiş bir hediyeydi bana göre.
 "Sende kimsin? Burada ne yapıyorsun?"
 "Ben Saya. Babamı arıyorum."
 Hemşirelerin birisinin kızı olduğunu düşündüm. Garipti ama olanaksız değildi bu durum.
 "Eğer korkmuyorsan bu hiçte eğlenceli değil.", kız sakince söylemişti şikayet eder gibi. 
 "Dur", kız kapıya doğru yönelmişti, umutsuzca bağırdım.
 "Evet?"
 "Bir kıza bunu sormam garip ama...elini tutabilir miyim"
 Saya ilk başta şaşırdı ama sonra gülümsedi. Gülümsemesi güneş gibiydi.
 "Garipsin. Kimse benden böyle birşey istememişti."Elini tuttum. Yumuşaktı. Bir insanın sıcaklığını hissediyordum. O gerçekten buradaydı.
 "Neredeyse bir aydan beri ilk defa birisine dokunuyorum...ve insan gibi hissediyorum"
 "...?"
 "Başka kimseye dokunamam. Bir kaza geçirdim ve ondan sonra... kimseyi insan gibi göremiyorum"
 "Hmm, ne kadar ilginç", bir sürelik sessizlikten sonra konuşmaya devam etti.
 "Yarın akşam da gelebilir miyim"
 "Evet tabiki! Ama bu senin için sorun olmaz mı?"
 "Tabi. Geceler bana ait."
Ondan sonra gece buluşmalarımız başladı. Hemşirelerin vardiya değişimleri vakitlerinde geliyordu böylece kimse onu görmüyordu.
 Söylediğine göre babası bu hastanede çalışıyormuş. Ama babası bir süre sonra eve gelmemeye başlamış. Canı sıkılınca hastaneye gelmeye başlamış.
 "Peki neden buradasın?"
 "Burası daha eğlenceli. Hem o kadar büyük ki asla yakalanmam."
 "Okulun yok mu?"
 "Hayır. Babam bana gereken herşeyi öğretiyor."
 Garip bir kızdı. Masum bir çocuk gibi konuşuyor ve görünüyordu. Ama kendi başına iken gizlenmeyi ve beslenmeyi becerebiliyordu. Pek aklı selim gibi görünmüyordu ama akıllı olduğu kesindi.
 "Hasta listesinden ruhsal sorunları olanları buluyorum, sonra onları korkutuyorum", gülümseyerek devam etti.
 "Akıl hastası olduklarından kimse onlara inanmıyor."
 "Bu yüzden mi benim odama gelmiştin?"
 "Evet. Üzgünüm kızdın mı?"
 "Artık bunu yapmamalısın. Onun yerine benimle konuşmaya ne dersin"
 Saya ile durumumu oldukça düzeltmiştim. Hastalığım gene aynı idi ama en azından bunla biraz olsun baş edebiliyordum.
 Son gece cesaretimi topladım ve ona sordum.
 "Hep hastanede mi kalacaksın?"
 "Evet, çünkü gidecek başka yerim yok."
 "Benim evimde... kalmaya ne dersin?" 
 "Eh?"
 "Benim ailem öldü, bu yüzden birçok boş oda var. 

Gizlenmek zorunda değilsin ve kötü bir yaşamında--"
 "Seninle yaşamamı mı istiyorsun?"
 Ne düşündüğünü sormaya cesaretim yoktu bu yüzden ona teklif yaptım.
 "Bende senin babanı bulmak için elimden geleni yapacağım!"
 "Ama bu hiçte kolay değil..."
 Kendime engel olamayarak gerçeği söyledim.
 "--Senden ayrılmak itemiyorum"
 İlk başta şaşırdı ama bir süre düşündükten sonra...
 "...düşünmem için bana biraz süre ver.", bunu söyledikten sonra normalde daha erken odadan ayrıldı.

 Artık hastaneden taburcu oluyordum. Kouji, Yoh ve Oumi denilen üç yaratık beni almak için gelmişti. Eski arkadaşlarımı böyle görmek beni korkunç duygulara itiyordu. Gözyaşlarım akıyordu ama onlar herhalde sevinç gözyaşları zannetmişlerdir.
 Kouji'nin arabasına binerken etrafa baktım ama Saya'dan herhangi bir iz yoktu.
 Kouji ve diğerleri beni evin önüne bırakınca evime baktım. Burası benim hayatımın geçtiği evdi ama artık-- herşey nasıl acımasızca değişmişti.
 "...benim artık bir evim yok" kendime acıyarak gülüyordum.
 İkinci kata çıkınca, odada birisi olduğunu farkettim.
 Saya terkedilmiş bir kedi gibi orada duruyordu. Zayıf bir sesle,
 "Burada...kalabilir miyim?"

 * * * 

 Sakisaka'nın evinin önüne gelince Oumi derin bir nefes aldı.
 Halen siniri geçmemişti ama... ne söyleyeceğini de bilmiyordu.
 Bir süre dış kapıdaki düğmeye basıp bekledi. O sürede etrafına baktı. Bahçedeki çimler aşırı büyümüş, yerler de ölü yapraklarla kaplıydı. Sanki ev ve bahçe terkedilmişti. Bütün camlar birşey ile kaplanmış içerisi görünmüyordu. İçerden bir koku geliyordu. Çürümüş bir et miydi? 
 Bir süre daha bekledikten sonra sinirle düğmenin kapağını çıkardı. Tam beklediği gibi kablosu sökülmüştü. Belki de Fuminori gazete çocuklar veya pazarlamacılar tarafından rahatsız edilmek istemiyordu. Sinirle dış kapıyı iterek bahçeye girdi.
 Oumi kafasında bir plan yaptı. Eğer kapı açıksa direk içeri girecekti. Eğer kilitli ise, tek yapacağı...
 Ama garip bir şekilde kapı hemen açılmıştı.
 Bir zil sesi içeri birinin geldiğini haber veriyordu. Hemen kapının üzerine asılmıştı.
 ...Eh? Bu da ne?

 Belki de Fuminori habersiz birisinin gelmesini istemiyordu.


  "^^+/&+%Hoşgeldin!^+&"


 Oumi duyduğu sese inanamıyordu. İlerde koridorun sonundan geliyordu. İnsan olmadığı belli idi, ama bir hayvan sesi olması içinde çok kompleks bir sesti.
 "Orda birisi mi var?"
 Herhangi bir cevap yoktu. Bunun yerine bir sürtünme sesi duyuyordu. Sanki kaygan birşeyler evin içinde dolaşıyordu.
 "...?"
 Oumi heyecanla etrafına baktı. Fuminori'nin ayakkabıları yoktu demekki dışarıdaydı.
 Öyle ise ev boş olmalıydı.
 Peki--- bu ses ne oluyordu.

 Siniri tamamen kaybolmuştu. Kapıyı açık bırakarak içeri girdi. Koridorda ilerlemeye başladı.
 Çok dikkatli bir şekilde ilerliyordu. Oumi neden böyle hırsız gibi ilerlediğini bilmiyordu ama içinden bir ses ona mümkün olduğunca az ses yap diyordu.
 Koku gittikçe ağırlaşıyordu. Acaba mutfakta balık mı unutulmuştu. Mutfağa doğru ilerledi.
 Ocağın üstünde kaynayan su. Yarısı doğranmış havuç, yanında bir bıçak. Herşey normal bir mutfak görüntüsündeydi.
 Ama korkunç bir sorun da vardı. Kim burada yemek yapıyordu? Ve nereye gitti?
 "Kimse var mı?" Oumi seslendi, ama anında bundan pişman olmuştu.
 Sesi yankılanırken bu sessiz evde, kendini aptal ve savunmasız hissetti.
 Birden bacağına birşey dolandığını hissetti. Sümüksü kaygan birşey dokunuyordu bacağına.
 Bu sümüksü şey ıslaktı aynı zamanda ve yosun gibi kokuyordu. Kokunun kaynağının bu olduğunu anlamıştı.
 Oumi umarım çorabımı giymişimdir diye düşündü.
 Oturma odasına doğru ilerledi. Herhangi birşey görmek için çok karanlıktı. Eliyle duvarda anahtarı aradı ışıkları yakmak için.

 Renkler. Bir sürü renk.


 Duvarlar, tavan, pencere...Her yer boyanmıştı. Sanki bir ressam bütün sinirini, deliliğini bu odaya boşaltmıştı.
 Birden gene birşey ayağına takıldı. Ama bu sefer...
 Boynu.
 Elini hemen boynuna götürdü. Salya gibi birşey vardı. Birşey tavandan üstüne damlamıştı.
 Belki de hayatının en büyük yanlışını yapmıştı Oumi, yukarı baktı.


 Oldukça geç kalmıştım. Eminim Saya endişelenmiştir. Umarım sinirlenmemiştir. Bahçeye girdikten sonra kapının sonuna kadar açık olduğunu farkettim. Oturma odasının ışığı yanıyordu. İçimi kötü bir his kaplamıştı. 
 Bu Saya mıydı? Ona seslenmeyi düşündüm ama bunun yerine sessizce içeri girdim.
 Bir gariplik vardı. Güzel olmayan birşeyler. Birşey kokuyordu, bir şekilde Saya'nın saçını hatırlatan bir koku.
 "Saya?"

 "Ah?"


 Saya heyecanla bana döndü. Bir çocuk gibi panik içinde hareket ediyordu.
 "Ne yiyorsun?"
 "Bu şey--" 
 Benimle hiç birşey yemediğini hatırladım. Sanki... yemekten zevk alıyor gibiydi.
 "Bende alabilir miyim?"
 Bu meyve jölesi gibi olan şeyi ağzıma attım, Saya'nın durmamı işaret eden hareketlerine rağmen.
 Garip bir yapısı vardı.
 Yumuşak ve esnek idi. Yedikçe ağzıma suyu geliyordu. Daha önce hiç böyle birşey tatmamıştım.
 "Bunu nasıl hazırladın?"
 "Zor değil... Sadece bazı parçaları çıkardım ve sonra daha kolay yenilsin diye biraz erittim.", Saya utanarak bunları söylüyordu.
 "İyi misin? Bu aslında--"
 "Evet, bunu yiyebilirim. Aslında çok güzel."
 "Gerçekten mi?"
 Saya ilk başta baya şaşırmıştı ama oldukça mutluydu şimdi. 
 "Sen her zaman bundan mı yiyorsun, Saya?"
 "Evet, ama bu oldukça büyük olduğundan yemem daha uzun sürecek."
 "Üzgünüm ama en iyi yerlerini yemiştim"
 "Önemli değil. Artık bundan sonra beraber yemek yiyebileceğiz."
Devamı »

True Remembrance



 Evet, ikinci visual novelimiz True Remembrance..

 Oyunun kurulması aşırı kolay. Herhangi bir dil ayarına gerek yok. Sadece bir exe dosyası indiriyoruz ve kuruyoruz bu kadar.

 http://trueremembrance.insani.org/get.html



 Visual novel sadece 80 mb civarında (öyle birşey idi tam hatırlamıyorum).
 Peki neden bu kadar az.. Oyunda herhangi bir seslendirme yok. Ayrıca müziklerde midi kıvamında. Ses efegi de pek yok. Yani Chaos Head gibi tarzı birşey beklememek gerek.

 Hikayeyi anlatırsak biraz. Bir şehir kurulmuş ancak bu şehre çok az kişi girip çıkabiliyor. Şehir de sadece Mnemonicide'ler var. Bunlar bir çeşit doktor. Çok özel izinle şehre girebilen hastalar bunların evinde bir süre kalıyor. Hastalar ise ruhsal sorunları olan kişiler, geçmişte çok acı yaşayıp bunları unutmak isteyen kişiler bir bakıma. La isimde bir kızın bir Mnemonicide olan Blackiris'in evine gitmesi ile hikaye başlıyor.
 

 Açıkcası ilk konuşmalardan sonra hikayeden çok umutlu değildim. Konuşmalar çok sıradan ve klişe gelmişti bana. Ancak zaman geçtikçe oldukça ısınıyor insan ortama. Ancak asıl olaylar 6. bölümden sonra başlıyor ki, bütün hikaye farklı bir boyuta geçiyor diyebilirim.

 Müzikler ilk başlarda insanın kulağını tırmalıyor hatta kapatası geliyor direk. Ancak bir yerden sonra hikayeye çok büyük katkısı var. Yine de herkes beğenmeyebilir.

 Hikayesi ile önplana çıkan bir seri ki gerçekten bunu iyi başarıyor. İlk başlarda "hmm, ee, aman neyse devam edelim" modunda devam ederken bir yerden sonra "neler oluyor, yoksa.." tarzında devam ediyor. 


 Oyunun süresi 3-6 saat arası. Yani haftalarınızı bu oyuna vermek zorunda değilsiniz(bkz. Chaos;Head). Bir oturuşta bitirilebilir, en kötü 2 günde biter. Bugün ne yapayım diyenler için oldukça güzel bir fırsat. VN ile tanışmak içinde kurulumu ve oynanışı basit olduğundan güzel bir başlangıç noktası True Remembrance.

 
Devamı »

Chaos Head VN Genel

 Öncelikle Chaos Head visual novel'in özelliklerini açıklayalım. Yapılan her konuşma seslendirilmiş. Bu da epey bir ses dosyası anlamına geliyor. Üstelik istenilen her cümleyi istediğiniz kadar tekrar edebiliyoruz. Bu da japonca kulağını geliştirmek isteyenler için büyük bir fırsat. Animeyi seslendirenler aynen VN da da var. Daha doğrusunu söylemek gerekirse VN ekibini aynen animeye almışlar.
 Chaos Head bir hentai oyunu değil. Herhangi bir seks sahnesi içermiyor (bunu yazınca okuyucuların yarısı okumayı kesiyormuş).

 Oyunda tek bir yer hariç "seçim" yapma diye bir olay yok. Novel gibi okuyoruz. Peki bizim hiç mi etkimiz yok. Şöyleki oyunda delusion point denilen yerler var. Bu ne oluyor derseniz mesela bir alışveriş yerine gidiyoruz bu etrafta kimse yok. İçimize bir korku giriyor. İşte burada "cıyuuvvv cıyuvvvv" diye (ehe) bir uyarı geliyor. Ekranın üstünde bir kırmızı birde yeşil bir çizgi görüyoruz nabız gibi. Yeşili geçtiğimiz zaman karakterimiz güzel bir hayal görüyor (birisi içeri giriyor karakterimize kafa tutuyor onu yerle bir ediyoruz özür dileyerek adam gibiyor). Kırmızıyı seçersek ise kötü bir hayal görüyoruz (polisler birden içeri gidiyor ve soyguncu sanarak bizi tarıyor). İstenirse bu kısımlarda ikisine de seçmeyerek aynen devam edebiliyoruz.
Güncelleme: Evet 1 yıl sonra farkettim böyle birşey olduğunu ikisini de seçmeyince gerçekte olanları görüyoruz. Yani diğer ikisini seçince her türlü bir uyku durumu gibi birşeye geçiyoruz ancak seçmeyince gayet uyanık bir şekilde olanları görmüş oluyoruz.

 Peki bunun nasıl bir etkisi var derseniz. Senaryoya benim bildiğim bir etkisi yok. Ama çok daha güzel bir şey düşünmüşler. Mesela bir karakter can sıkıcı bir şeyler konuşuyor, veya hiç ummadığımız bir olay oldu. Hemen orada hayal kurabiliyoruz. Bu bizim için "bir anlık" bir kurtuluş oluyor. Aslında olaylar gelişmeye devam ediyor ama biz farklı bir dünyada oluyoruz bir süre için. Bazen de bir kızla konuşurken aniden delusion point beliriyor ve yeşili seçince oldukça "şehvetli (tabi abartılmamış)" şeyler görüyoruz. Ancak karakterimiz kendine geldiği zaman hayal ettiği şeylerden utandığını kendini aşağılık gördüğünü söylüyor. Ancak olaylar geliştiği zaman artık bir güzel bir şeyler görsem veya artık hayal görmek istemiyorum diye kendiniz karar veriyoruz ve karakterle beraber bunun etkisini görüyoruz. Bu da karakterle bütünleşmeye müthiş bir katkı sağlamış.


 Chaos Head in hikayesini anlatmayacağım zaten ilk chapter in yarısını yazmıştım. Bana göre bazı serilerin hikayesi çok önemlidir. Mesela ben Death Note veya Code Geass'ın hikayesinde herhangi bir açık olmasını istemem. Ama bazı seriler içinde hikaye yan unsurdur. Karakterin davranışları, konuşmaları, değişimleri çok daha önemlidir. Bana göre Chaos Head ciddi anlamda karakterlerinin üzerine temellenmiş bir seri. Hikayenin bazı kısımları baya karışık gelebilir hatta anlaşılmayan kısımları bile olabilir. Ama genel olarak bu seri üzerinde çokta önemli olmuyor çünkü biz tek bir kişinin gözünden görüyoruz ve bu kişi de herşeyi çözmek zorunda hissetmiyor kendini (normali de böyle olsa gerek) ( senaryonu mantıksız veya çok karışık gibi gelmesin oldukça sağlam ). Hikayeyi karakterin iç dünyası, yaşadığı ikilemler, etraftaki insanlar güzelleştiriyor.

 ***
 Güncelleme: Biraz eklemeler yapayım dedim. Yazdıklarımı genel olarak bir başlık altına almaya çalıştım keyfe göre okumayın diye.

 Karakter profilleri:
- Ana karakter: İlk olarak karakterimiz karizmatik, çok zayıf görünüyorum ama aslında yenerim şeklinde bir adam değil. Aslında kendisi çok zayıf görünüyorum ama gerçekten de öyleyim şeklinde birisi. Otaku kendisi okuldan arta kalan vakitlerde anime manga ile geçiriyor zamanlarını. Öyle dominant bir karakter değil, olayların akışında kalmış bir insan olarak düşünebiliriz.
- Yan karakterler: Ne yapsakta ana karaktere aşık olsak şeklinde davranmıyorlar. Hepsinin kendine göre planları veya amaçları var.

 Ana karakter ile yan karakter ilişkileri : Yan karakterlerin ilki 6 tane kız (ne biçim bir cümle kurduysam). Bu karakter ana karaktere aşık olup dolaşmıyorlar. Ana karakterimiz de çogundan kaçıyor zaten. Aşk mesk durumları yalan yani (tam öyle değilde spoillemeyeyim). Ondan başka 2 tane dedektif bir tane de bilim adamı tipinde biri var. Onlar da olayda farklı bir koldan ilerliyorlar. Ondan başka ana karakterin arkadaşı bir erkek var ne işe yarıyor halen anladım.

 Hikayenin genel akışı:
  Burası oldukça önemli işte. Hikaye genel olarak gerçekleşmekte olan olayların nedenleri anlamak üzerine yazsaydım gayet normal olurdu ama değil. Gerçekleşmekte olan olaylardan uzak kalma şeklinde genelde ilerliyor ilk kısım. Ana karakterimiz bir cinayetle ilgili bilgilere ulaşıyor bu yüzden hayatından endişe duyuyor. Normal bir insan olarakta kendini kuramaya çalışıyor bu yüzden önlemler almaya çalışyor ancak bir yandan da paranoyaya da girmiş oluyor. Yani bütün olayları çözeceğim şeklinde davranmıyor ana karakter ancak diğer karakterden ögrendiğimiz bilgilerle hikayenin hemen hemen tamamını ögrenmiş oluyoruz. Oldukça karamsar bir hava var hikayenin genelinde ancak drama dönüştürülmüş sahneler yok.

 Endingler:
  Her türlü tek bir ending e ulaşılıyor o da good ending. İkinci seferde true ending açılıyor. True ending denilen kısmı ben açamadım çünkü o kısmı çeviren yamasını bulamamıştım ancak youtube dan izlenilebiliyor.

 Hikaye ne tam olarak:
  Tamam anlatıyorum artık. Ana karakterimiz bilgisayarın tanımadığı birisiyle konuşurken o kişi ona bir cinayetin bir karesi olarak tasvir edeceğim bir fotograf yolluyor. Ana karakterimiz de o resmi hemen kapatıyor ve o kişiyle konuşmayı kesiyor. Ancak ertesi gün okuldan evine dönerken nedense hiç gitmediği bir yoldan gitmeye karar veriyor. Ancak bir cinayete tanık oluyor. İşin kötü tarafı ise bu cinayet aynen önceki gün ona yollanan fotograf gibi işlenmesi. Ne yapacağını bilemez şekilde evine dönüyor ana karakterimiz. Bu sırada bu cinayetin aslında bir dizi olayın bir halkası olduğunu ögreniyor : New Gen. Bu şekilde şehirde toplam 3 tane vaka olduğunu ögreniyor ve bunların hepsi de çok kanlı olaylar. Ana karakter iyice kafayı sıyırıyor ve ölüm korkusu hakim oluyor bedeninde. Eğer evimden çıkmazdan kimse beni bulamaz diye düşünüyor ancak olaylar geliştikle öyle olmadığını da öğreniyor.

 ***
 Kullanılan müzikler ilk başta pek hoşa gitmiyor ancak ortam iyice gerilmeye başlayınca çok etkili olduğunu anlıyoruz.  Seslendirmenin de mükemmel olduğunu ekleyelim.
Devamı »

Chaos Head Game Ch1

Sürekli beni gözlüyor. Yağmurlu bulutların arasından bile.

- Bana bakma.

Harabe halinde bir şehir. Terketilmiş. Umutsuzluk içinde. Boşluk içinde. 

Vücudum titriyor. Böyle titremek istemiyorum. Eğer vücudumu istediğim gibi hareket ettiremiyorsam...ben gerçekten ben miyim.


Yağmurun arasından bir ses duyuyorum. Sende kimsin. Bu kadar soluk olmanın nedeni soğuk mu. Yoksa zaten bir ölü olduğundan mı. Saçlarından gözlerini göremiyorum.

- Bana bakma.

Gözlerini göremesem de... mutsuz olduğunu biliyorum. Üzgün olduğunu.

 Sadece ona baksam. Bütün dünyam onun gözlerinden yansıyanlar olsa. Onun dünyası da benim gözlerimden yansıyanlar. Tatlı sesi kulağıma geliyor:

- Seni öldüreceğim.

 Yavaşça bana doğru yaklaşıyor. Güzel kokusunu alabiliyorum. Gerçekten üzgün görünüyor. Şimdi anlıyorum. Aslında bunu benim için yapıyor. 

 İyice bana yaklaştı. Beni öpmeye başladı. Vücudumu koca kılıcı ile keserken. Acı hissetmiyorum. Sanki bana narkoz veriyormuş gibi. Ama önemli değil. Merak ediyorum gökyüzü neden bu kadar bulanık. Yağmurdan mı... yoksa gözyaşlarımdan mı...

 Peki bizim olan gökyüzü nerede...


 İlkokuldan beri sürekli birinin beni izlediğini hissederdim. Sürekli gözetleniyormuşum gibi. Küçükken bu konuda bir fikrim vardı "kesinlikle tanrı beni gözlüyor". Ama nedense artık bundan  emin değilim. Sürekli gözleniyorum ama kim tarafından. Hatta bu konuda ilkokuldayken biri yazı bile yazmıştım başlığını bile hatırlıyorum: "Bu gözler kimin gözleri"
 
 Gene o his. Biri bana bakıyor. "Kim var orada?". Arkamı hızla döndüm. Ama odam da tek başımayım.
 Ben Nishijou Takumi. 17 yaşımdayım, Sumei Kolejine gidiyorum. Liseye giderken ailemin yanından ayrıldım. Babamın işlettiği bir binanın çatı katında bir konteynirda yaşıyorum. Ensue diye online bir oyun oynuyorum. Aslında oyunun benim için çok önemli olduğunu söylemeliyim. Oyunda ben bir tanrıyım. "Saygı, güç" hepsine bu oyunda sahibim.Ama gerçek dünya tehlikeli insanlarla dolu. Kendini akıllı sanan canlılarla. Ama ben burda rahatım. Kendi üssümde rahat bir yaşamım var.
 Okula gitmeyi pek sevmiyorum. Aslında insanların olduğu yerde rahat edemiyorum. Okula gitmek bir eziyet gibi. Ama derslerimi de geçmek zorundayım çünkü ailem bana para vermeyi kesebilir. Bu yüzden bir çizerge yaptım. Minimum sayıda okula giderek sınıfta kalmama çizergesi. 
 İşte bu Seira-tan. 1/8 boyutunda yüksek kalitede. Gerçekten 3-D kızlar ilgimi çekmiyor. Seira-tan varken kim onlara bakar ki.
 İnternetten konuştuğum kişilerin sayısı oldukça azdır. Genellikle de Grim ile konuşuyorum. Benle aynı oyunu oynuyor.Bu arada oyunda iken veya chat yaparken birinin beni izlediği duygusundan kurtulabiliyorum. Neyse Grim ile çeşitli  konularda konuşuyorduk. Grim, Shogun diye birinden bahsetti. Kendisi bir "Lord" imiş. Daha sonra bana sormadan konuşmaya çağırdı. 
 Shogun da ekranımda belirdi ama bana selam bile vermedi. Ben bu oyunda bir tanrıyım bana selam vermemekte ne oluyor. Ama internetten ögrendiğim, asla böyle şeyleri kafaya takmamak gerektiği. Böyle kişiler için sinirlenmeye gerek yok. 
 Grim bana son günlerde ki olayları anlattı. Bazı cinayetler işlenmiş. Bana da fotograflarını atmak istedi. Ama ben kanlı şeylerden nefret ederim. Arkadaşlarım bana bazen böyle fotograflar atıp eğlenirler. Ne zevk alırlar anlamıyorum. Neyse bu olaylara "New Gene" ismini takmışlar. İnternetten arama yaptırdım. İki tane olay görünüyor. İlki 5 ögrencinin çatı katından atlayıp intihar etmesi. Ancak aileleri asla onların intihara meyilli olmadığını söylüyor. İkinci olay ise bir adamın öldürülmesi. Öldürüldükten sonra karnını açıp bir fetus koymuşlar. 
 Bu sırada boğazımda soğuk bir şey hissettim. Tanrım hangi insan böyle birşey yapabilirki. Bebek ile adam arasında herhangi bir kan bağı bulamamışlar. Bebeğin annesi hakkında da herhangi bir bilgi yok.
  - "Birisi beni izliyor". Arkamı döndüm. Gene kimse yok.
 Bir süre daha konuştuktan sonra Grim konuşmadan ayrıldı.
Bu sırada Shogun bana bir link attı. Onun varlığını bile unutmuştum. Uzantısına bakarsak bir resim olmalı. Kim tanımadığı insandan bir resim kabul ederki. 
- Eğer bu resme bakarsan hayatın değişecek. 
 Ah, yapma ben bu numaraları yemem. Bana virus bulaştırmak için daha etkili şeyler bulmalısın. Bu sırada Shogun da benimle aynı bölgede yaşıyormuş.
 Birden bire bana birsürü link atmaya başladı. Yüzlerce "images/19651 -2 -3 -4"  diye gidiyordu bu linkler.
 Gene arkamı döndüm. Biri beni izliyordu. İçime bir terör duygusu yerleşti. Hani bir korku filmi izledikten sonra banyoya veya yatağa gitmeye korkarsınız ya. En azından küçükten. Bende şu an o duyguyu yaşıyorum.
 Yeter artık bu oyun. Ancak bir anda... parmağım kontrolsüzce linklerden bir tanesine bastı.
 - Olamaz.
 Aslında kontrolsüzce kelimesi yanlış. Başka birşey ama açıklayamıyorum.
 Kanlar içinde bir görüntü. Birisine küçük bıçaklar saplanmış. Binlerce. Sanki bir sanat gibi. Tam anlamıyla bir vahşet.
 Başıma ağrılar girdi. Zaten böyle görüntüleri sevmem hiç. Ama bu seferki ama böyle somut bir duygu bıraktı ki. Sanki oradaymışım gibi hissettim. Sadece birkaç saniye bakmış olsam bile.
 Hemen pencereyi kapattım. Ancak Shogun'un son mesajını gördükten sonra
 "Bu gözler kimin gözleri."
 Bugün kötü bir gün. Çünkü çizergeme göre okula gitmeliyim. Okula gitmek benim için büyük bir eziyet. Başka insanlarla konuşmayı veya bakışmayı sevmiyorum. Beni aşagılık bir canlı gibi görüyorlar. Bunu hissedebiliyorum. Konuşmakta da sorumun var. Konuşurken rahatsız oluyorum kolaycana konuşamıyorum. Okulda da zaten pek arkadaşım yok. 3-D dünyası beni ilgilendirmiyor. Burada sadece eziyet var. Misumi-kun benle konuşan tek kişi okulda. Genelde o anlatır ben pek konuşmam. Genelde okuldaki kızları nasıl tavladığını anlatır. Hayatında hiçbir amacı olmayan bir insan işte. Bu sefer de okulda ki bütün kızları tavladığını anlatıyor. Ne gereksiz.
- Bu arada son olayları duydun mu. Bu civarlarda cinayetleri.
 Misumi beni gerçekten şaşırtmıştı. Demek başka olaylar ile de ilgileniyormuş. Ancak anlattığı konu hiç hoşuma gitmemişti "New Gene" . Bu konunun ismi bile soğuk terler dökmem için yeterliydi. 
- Duyduğuma göre cinayet yerinde güzel bir kız görmüşler, düşünebiliyor musun.
 Evet şimdi neden bu konuyla ilgilendiğini anladım. Arkadaşım katil bir kıza ilgi duyacak kadar gerizekalı.
- Olay yeri buraya yakınmış bir bakmaya ne dersin. Katil cinayet yerine tekrar gidermiş diyorlar. 
 Hayatım da tehlikelerden nefret ederim. Belli çok küçük bir risk olabilir ama neden böyle birşey yapayım ki. 
 
 Okuldan sonra bir internet kafeye girdim. Kafede farklı bir karakteri oynuyorum. Böylece tamamen farklı bir atmosfer oluyor. 
 Kafeden çıkıp evime doğru gidiyordum. Her tarafta insanlar. Aslında insan görünümlü kadın ve erkekler. Birbirleri ile ilişki kurmaktan başka bir işe yaramayan canlılar.
 
 Sokakta ilerlemeye devam ediyordum. Daha sonra bir yerde durdum.  Karanlık izbe bir yer. 
 Gene aynı sahne. Başka bir dünyanın duygusu. Buraya ait olmayan bir yer. Çöplerin kokuları. Karanlık hava. Bir dakika "gene" mi.
Ne duygu da neyin nesi. "De ja vu" . İzlendiğim hissi. Ama bu sefer daha kuvvetli. Arkamda duruyor sanki. Çocukluğundan beri bir oyun oynardım. Arkamda biri var hissine kapıldığım zaman, buna dayanmaya çalışırdım. Eğer arkama dönersem kaybederdim. Tek kişilik bir oyun bu. 
- Git başımdan................ Bu gözler kimin gözleri. 
 Oyunu kaybettim. Arkamı döndüm, sadece karanlık sokaklar.
 Bu sırada metalin sesi kesildi. Bir ses olduğunu kesilince farkettim. Sürekli olduğu için varlığından haberim yokmuş. 

 Korkutucu bir sessizlik var. Normalde arabaların kornaları veya insanların konuşmalarını duymam gerekirdi. Ama hiçbiri yok. Bir an durup seslere odaklandım. Ama hiçbir ses yok. Bir an kulaklarımda bir sorun mu var diye düşündüm. Bağırmak geldi içimden, ama buna cesaret edemedim. 

 Birden bir gürültü duymaya başladım. Sanki birisi duvara metal birşey çakıyordu. Sürekli, durmaksızın. Sesin geldiği yöne doğru ilerledim. Köşeyi döndükten sonra yerde birşey parladığını farkettim. Birşey mi demiştim. Yüzlerce imiş. Yüzlerce "şey". Kazık gibi ama artı şeklinde, haç gibi ama haç değil. Bir tanesini elime aldım. Bu ne olabilir ki?

 Sesi hala duyuyordum. Artık ayaklarım kendiliğinden sese doğru gidiyordu. Acaba merak duygusu muydu bu. Yoksa sessizlikten kurtulmak mi istiyordum. Alman masalına dönmüştü kafamda olay. O çocuklarda kendiliğinden tuzağa gitmemiş miydi. Hala ilerliyordum. Ses gittikçe kuvvetleniyordu. Bir adım sonra köşeyi dönecektim. Kendimi göreceklerime hazırlamış mıydım?

 Kırmızı. Tamamen kırmızı. Parlak kırmızı.

 "................"

 İlk düşündügüm bu sahneyi daha önce gördüğüm. Birde "gerçek" gibi görünmediği. Bütün duygularım uyuşmuştu. Terör kaplamıştı içimi. Bir "şey" duvara çakılmıştı. Yüzlerce kazık ile. Heryerinden kan çıkıyordu. Nefesimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Ağzımın tamamen kuruduğunu farkettim. Anlamıştım. Bu şey...

 " Bir insandı."

 Duygusuzca. Merhametsizce. Bu olayı açıklayabilmek çok zor. Ve önünde bir kız vardı. Onun yaptığını biliyordum çünkü elinde birçok kazık vardı. Arkası dönük olduğundan nasıl bir ifade taşıdığını bilmiyordum. Bir üniforma giyiyordu. Sumei Koleji. Kusmamak için kendimi zor tutuyordum. Bir anda bu anı nerden  hatırladığımı anladım. Resim. Shogun bana bu sahnenin resmini atmıştı!!

 Farkında olmadan bir ses çıkarmıştım. Kızın kanlarla kaplı omuzları titremişti. Bana doğru döndü. O...birisini öldürmüştü. Anlamsızca bana doğru bakıyordu. Bir an sanki beni tanıdı. Yüz ifade değişmişti. Sevinmiş gibiydi. 

 - Çok mutluyum. 

 Ne için mutlusun.Daha önemlisi böyle bir durumda nasıl bana bakıp gülümsüyorsun? Normal durumlarda bile kızlarla konuşmakta sorun çekerim. Şimdi ise karşımda kanlarla kaplı katil bir kız var. Hemen evime gitmeliyim. Ne olursa ol...

 - Taku...

 ?!... Bu nasıl olabilir. Daha beni ilk defa görüyor ve ismimi de söylemedim.

  - Sadece seni görmek istedim.

 Bu kız...bir şeytan.

 Bağırarak koşmaya başladım. Kör gibiydim, önümü görmüyordum. Nefes almakta bile zorlanıyordum sadece umutsuzca koşuyordum. Sadece bir ara arkamı döndüm o "şey" beni takip ediyor mu diye.

 Bilgisayarım başındayım. Ter içinde kalmışım. Neler oluyor. Gene bir hayal mı gördüm. Benim için bile çok "gore" bir hayal bu. Kalbim hala deli gibi atıyor. Biraz kola içmek iyi gelir. Dolaba uzandığım sırada elimde birşey olduğunu farkettim. Öyle sıkı kavramışım ki elimde birşey olduğu duygusu kaybolmuş. Bu bir...kazık.

 Olamaz. Bu bir hayal değil miydi. Tamamen dağılmış bir haldeyim. Bir cinayeti görmüştüm. Katilde benim yüzümü gördü. Artık büyük bir tehlike altındayım. Biraz organize olabilmek için bildiklerimi bilgisayar ekranına yazmaya başladım.

 Shogun - > Gizemli kız

 Gizemli kız -> katil, şeytan

 Ama ben oyundan nasıl buldu. Daha önemlisi gerçek bilgilerimi nasıl ele geçirdi. Kesinlikle beni öldürmeye çalışacak. Adımı ve emailimi biliyorsa adresimi de bulması zor olmasa gerek. Başımı ellerimin arasına aldım. Çok kötü hissediyordum.

 Ölmek istemiyorum.

 O sırada bir ses duydum "Takii". Seira-tan benle konuşuyordu. " Korkmana gerek yok Taki. Polisler er geç onu yakalayacaktır. Ama sen de gardını düşürmemelisin. Artık kimseye güvenmek yok. 3-D dünyasında herkes sana zarar verebilir. Burada ikimiz mutlu oluruz"

 Evet Seira-tan haklıydı. Tek yapmak gereken beklemek. Karımdan beklediğim gibi gene çok mantıklı konuşmuştu. Artık kimseye güvenmemeliyim... kimseye.

 Soğuk bir hava. Dışarda pek kimse yok. Bir kız köprünün başında şarkı söylüyor. Aslında oldukça güzel bir sesi var. Kalabalık bir yerde söylese baya bir dinleyici toplar. Ama burada tek başına. Sanki rüzgarın sesine karşı söylüyor:

 ~Binlerce kazık... senin acın oluyor... ve artık serbestsin~. FES karanlığa doğru bakıyordu.

 - Bu gözler kimin gözleri.

Devamı »